Araştırma-Geliştirme

“Sadece Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığında 50 enstitüde yüzlerce kişi AR-GE yapıyormuş. Dile kolay. Buna diğer resmi kurum, işletmeler, üniversiteler, vs., ekleyin ve sorun “Kim demiş Türkiye’de AR-GE yok?” diye”


İnovasyon denilen ve çeşitli Türkçe karşılıklarıyla sıkça anlatılan, hakkında konferanslar düzenlenen, kalkınma için şart olduğu ileri sürülen, bizde neden bundan bol yok denilerek hayıflanılan konuya daha önce değinmiştim. Konu herkesçe önemseniyor. Konudaki toplantılarda çıkan her konuşmacı ‘İnovasYok’ başlıklı kitabın sahibi Sn. Siraç Dilber gibi “Milletlerin yükselişinde veya geri kalmasında en önemli faktörler eğitim, bilim, teknoloji ve inovasyondur. Bu nedenle Türkiye’nin bu temel dinamikleri kalkınmanın merkezine almaktan başka şansı yoktur” görüşünü savunuyor. Ben de yıllardır siyasilerden, akademisyenlerden, vs., aynı görüşü duyarım.

Periyodik olarak yayınlanan Global İnovasyon Endeksi Raporu’na göre dünyanın en büyük 16 ekonomisi arasında diye övündüğümüz ülkemiz dünya sıralamasında 127 ülke arasında 43. sırada. Ben aynı haberi basında hem “Yaşasın. İnovasyonda 127 ülke arasında 43. olduk” başlığı altında hem de “Rezalet. İnovasyonda yine sınıfta çaktık 43. olduk” başlığı altında okudum. Yani haber yapan muhabirin o günkü havasına, iyimser veya kötümser oluşuna ve yayın organının politikasına göre aynı haber ya ‘iyi’ ya da ‘kötü diye veriliyor. Benim bu tür değerlendirmelere fazla bir ilgim yok. Bunun da ötesinde okurlarım benim bu tür araştırmalara çok da fazla itibar etmediğimi bilirler.

Ciddi insanların, büyük ekiplerle bir çok kaynaktan topladıkları verileri çözümleyerek bir ölçü geliştirme çabalarını küçümsediğimden değil, kuramsal olarak bu tür çalışmaları ‘doğru’ bulmadığımdan. Söz gelimi bu araştırma yedi başlık altında düzinelerle ölçüt kullanıyor. Daha önce de defalarca yazdığım gibi ortada operasyonel bir tanımı bile olmayan inovasyonculuk gibi bir kavramı ‘ölçmek’ için bununla hangi kuramdan, hangi kavramsal çerçeveden geldikleri belli olmayan düzinelerle ölçütü sıralayıp bunları yine hangi kuramdan, hangi kavramsal çerçeveden geldiği belirsiz bir aritmetik işlemle ortalarsanız her şeyi anlatabilirsiniz. Türkçesi bu tür araştırmalara bakarken biraz tedbirli olmak gerekir.

Yine de rapor bazı konularda güçlü olmamızın yanı sıra bazı alanlardaki zayıflıklarımızın büyüklükleri nedeniyle geride kaldığımız konusundaki yorumlarıyla ilginç olabilir. Yani raporun değerlendirme yaparken kullandığı ölçütlerin bazılarında iyi skorlar tutturmamıza rağmen bazılarında o kadar kötü skorlar elde etmişiz ki ortalamada gerilere düşmüşüz. Bu kapsamlı araştırmaya göre ülkemiz inovasyon için gerekli görülen ‘kurum ve kuruluşlar’ alanında 127 ülke arsında 95. sırada. Yani kurumlarımız bayağı zayıf. İnsan kaynağı ve araştırmada 43. sırada. Alt yapı da 68., pazar gelişmişliği denilen alanda ise 57. sıradayız. İş hayatı gelişmişliği konusunda 75., bilgi ve teknolojik çıktı alanında 46. sıradayız. En iyi olduğumuz kategori ‘Yaratıcı Çıktı Üretimi’. Orada 31. sıraya oturmuşuz. Özetle hiç bir alanda ilk sıralarda değiliz. Bazı alanlarda iyice diplerdeyiz. Neyse, meraklı okurlar raporu okuyabilirler. İnternette var. 18 Ocak 2016 tarihli ve Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin düzenlediği İnovasyon Haftası vesilesiyle yayınlanan Türkiye’nin İnovasyon Karnesi başlıklı yazıda hem raporun Türkçe bir özeti hem de bu konuda düşünenlerin düşüncelerini bulabilirsiniz.

Bu inovasyonun bizde bolca bulunmaması nedenlerinin başında artık sizin de duymaktan sıkıldığınız İngilizce Research and Development kelimelerinden üretilen R&D akronimi Türkçede Araştırma ve Geliştirme kelimelerinden üretilen AR-GE akronimi ile ifade edilen şey geliyor. Yani deniliyor ki “Efendim ARGE bütçelerimiz yetersiz. Başta bu nedenle bizde inovasyon bolca bulunmuyor.” Bazıları da “Öyle saçma şey olmaz. Sırf parayla AR-GE olsaydı adam başı 130 bin dolar geliriyle Katar birinci olan İsviçre’nin arkasından 46. olmazdı” diyor. Böyle diyenler AR-GE için para lazım elbet ama, kaliteli emek ve personel, alt yapı, fiziki tesisler, işbirlikleri gibi diğer kaynaklar da gerekir diyerek raporun tezine yakın şeyler söylüyorlar. Anlaşılan yine konferanslar konferansları, tebliğler makaleleri, demeçler açıklamaları izleyecek. Peki Türkiye yıllardır bu konuda neden büyük atılım yapamıyor? Yoksa gereken her neyse o yapılmıyor mu? Eğer söylenenler yapılıyorsa bir şeyler yapılıyor.

Söz gelimi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık (GTH) Bakanı Eşref Fakıbaba’nın “Bakanlığına bağlı 50 enstitünün altyapı ve insan kaynaklarının özel sektör tarafından kullanılması amacıyla özel sektöre 630 milyon liralık kaynak sağlanacağı ve araştırma enstitülerinde özel sektör Ar-Ge ofisleri açılacağını” açıkladığı basın bildirisini okudum. Bakan bu bildiride özel sektör ve üniversiteler için sağlanan ‘Ar-Ge Proje Desteklerinin’ 10 kat arttırılarak 300 bin TL’den 3 milyon TL’ye çıkarıldığını müjdeleyerek, “Bu sayede özel sektör -üniversite-kamu işbirliği ile teknoloji ve ürün geliştirilmesine imkan sağlanacak, özel sektörün Ar- Ge kapasitesi geliştirilecek ve ülkesel problemleri çözmeye yönelik multi-disipliner projelerin yolu açılmış olacaktır” diyor. Sadece bu bakanlıkta 50 enstitüde yüzlerce kişi AR-GE yapıyormuş. İnanamadım baktım hakikaten 50 enstitü var. Dile kolay. Buna diğer resmi kurum, işletmeler, üniversiteler, vs., ekleyin ve sorun “Kim demiş Türkiye’de AR-GE yok?” diye (Yine de GTH’nin kaç uluslararası patenti var ve nerelerde, nasıl uygulanıyor soracağım.) Türkiye elinden gelenin tamamı olmasa da ona yakınını yapmaya çalışıyor gibi görünüyor. Ama, ortada övünülecek sayı ve çapta bir başarı da yok. Bir şeyleri atlıyoruz herhalde.

Benim bu konuda aklıma bir kaç soru takılır hep. Birincisi “Uygulaması olmayan şey inovasyon sayılır mı?” Bu soruyu konunun tartışıldığı ortamlarda senelerce sordum. İkincisi de “Bu inovasyon denilen şeyin kim tarafından nerede yapıldığı fark eder mi?” Birinci soruya kimi “Sayılmaz” kimi “Sayılır,” ikinci soruya herkes “Hayır” dedi.

Genelde inovasyon denilince akla başarısı ‘ticari’ olan ürünler gelir. Çünkü bunlar medyada bol bol anlatılır, sahiplerinin servetleri çeneleri yorar. Bir de bir yeni süreci veya o süreç sonucu elde edilecek olan ürün veya süreci bulan değil de o bulguları alıp bazen bambaşka yerlere uygulama yoluyla yapılan inovasyon var. Bu adaptörlerin bir kısmı büyük ticari başarılara imza atıyorlar. Türkçesi bunlar kendileri bir şey bulmuyorlar da başkalarının bulduklarını ‘ticari başarılara’ çeviriyorlar. Sıklıkla bu adaptasyon bir kaç aşamada ticari başarıya dönüşüyor. A işletmesi B’nin inovasyonunu alıyor X’e uyguluyor, D işletmesi X’i alıyor Y’yi çıkarıyor, F işletmesi de Y’yi alıp ortaya yepyeni bir Z çıkarıyor, yer yerinden oynuyor, milyar dolarlar havada uçuşuyor. B Çin’den, A Hindistan’dan, D İrlanda’dan, F de Amerika’dan olabiliyor. A da, B de, D de, F de büyük başarılara imza atıyorlar. Anlaşılan ‘inovasyonun’ nerede yapıldığı ve yapıldığı an ve yerde ‘uygulanıp uygulanmadığı’ çok da kritik değil. Bir düşünün. Ve de...

Sağlıcakla kalın.

27 Eylül 2017, Osman Ata ATAÇ