"Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretimi İçin Eylem Planı" Üzerine bir değerlendirme

 

Başbakan Davutoğlu tarafından, Cumhuriyetin en büyük yapısal dönüşüm hamlelerinden biri olarak nitelendirilerek 6 Kasım 2014 tarihinde açıklanan reform paketi içinde, koordinatörlüğü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) tarafından yapılacak olan Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretim Programı Eylem Planı da yer aldı.  

Programın amacı ve kapsamında, 2012 ve 2013 yıllarında dış ticaret açığının sırasıyla yüzde 62 ve yüzde 49’unun net enerji ithalatından kaynaklandığı, büyüyen enerji talebinin karşılanabilmesi için petrol, doğal gaz ve taşkömürü ithalatının sürekli arttığı, bu durumun enerjide yüksek oranlı dışa bağımlılığın sürmesine yol açtığı ve cari işlemler dengesi ile enerji arz güvenliği üzerinde baskı oluşturduğu belirtilmektedir. Bu nedenle, ekonomik büyümenin yüksek oranda ve istikrarlı olabilmesi için bütün yerli kaynakların, özellikle yenilenebilir enerji kaynaklarının hem birincil enerji arzı hem de elektrik üretimi amacıyla değerlendirilmesinin, bu programla enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasının amaçlandığı dile getirilmektedir.

Program Hedefi olarak ortaya konan rakamsal hedefler ise şöyledir:

• 2012 yılı sonunda birincil enerji üretiminde yüzde 27 olan yerli kaynak payının, 2018

sonunda yüzde 35’e yükseltilmesi

• 2013 yılın da 32 milyar kWh olarak gerçekleşen yerli kömür kaynaklı elektrik enerjisi

üretiminin 2018 yılında 57 milyar kWh’e çıkarılması

• Plan döneminde 10.000 MW’lık ilave hidrolik kapasitenin devreye alınması

 

AKP döneminde enerjide ithalata bağımlılık arttı

Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretimi İçin Eylem Planı ilk bakışta olumlu bir teşebbüs gibi görülmekle birlikte birçok soru ve yorumu da beraberinde getirmektedir. Öncelikle enerjide ithalata bağımlılık yeni bir sorun değildir; nitekim AKP iktidarı döneminde bile bu hususa birçok belgede dikkat çekilerek yerli kaynaklara dayalı üretimin arttırılacağı yönünde beyanlarda bulunulmuştur.

Bunlardan biri Yüksek Planlama Kurulu tarafından 18.05.2009 tarihinde kabul edilen Elektrik Enerjisi Piyasası ve Arz Güvenliği Strateji Belgesi’dir. Strateji Belgesi’nde, bilinen linyit ve taş kömürü kaynaklarının 2023 yılına kadar elektrik üretimi amacıyla değerlendirileceği belirtilmektedir.  Aynı Belge’de,“Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı için alınacak tedbirler sonucunda, elektrik üretiminde doğal gazın payının yüzde 30’un altına düşürülmesi hedeflenecektir.” ifadesi de bulunmaktadır. Bu beyana karşılık, TEİAŞ Yük Tevzi verilerine göre 2013 yılı sonunda elektrik üretiminin yüzde 43,8’i doğal gazdan elde edilmiştir.  Yine AKP döneminde ithal kömür santralları hızla artmış olup, ithal kömüre dayalı elektrik üretimi 2013 yılı sonu itibariyle toplam elektrik üretiminin yüzde 12 sine ulaşmış görünmektedir.   

Siyasal iktidar 12 Haziran 2011 seçimlerine yönelik olarak hazırladığı Seçim Beyannamesinde de bu konuda vaatlerde bulunmuştur. Ancak bu yöndeki tüm politika bildirimlerine karşılık AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında enerji arzı içinde yerli üretimin payı yaklaşık yüzde 31 iken (Dünya Enerji Konseyi, Genel Enerji Planlaması ve Arz Güvenilirliği Komisyonu Raporu, Aralık 2004), 2013 yılı Genel Enerji Dengesi tablosuna göre yüzde 26.5’e düşmüştür.  

Türkiye’nin en büyük linyit havzasında kurulu olan, yüksek kapasiteli Afşin-Elbistan A (4x340 MW) ve Afşin-Elbistan B (4x360 MW) elektrik santrallarının durumu ise ayrıca üzerinde durulmaya değer bir konudur. AKP döneminde Afşin A santralının rehabilitasyonu bir türlü başarılamadığı gibi,  B santralına kömür sağlayan madende 2011 yılında ölümle sonuçlanan büyük toprak kayması olmuştur.

Nitekim TEİAŞ tarafından hazırlanan Üretim Kapasite Projeksiyonu (2013-2017) yayınında da

“Afşin Elbistan B santralının Çöllolar kömür sahasında yaşanan büyük çaplı heyelan nedeniyle Elbistan A ve Elbistan B santrallarında kömür temininde sıkıntılar yaşanmakta olup, EÜAŞ tarafından üretim değerleri kömür teminindeki sıkıntılar dikkate alınarak belirlenmiştir.” ifadesi yer almaktadır.

Sırası gelmişken, yetkililere Çöllolar açık maden işletmesinde 2011 yılında arka arkaya meydana gelen ve 11 çalışanın milyonlarca ton toprak yığını altında kaldığı heyelanın sorumlularının ortaya çıkarılıp çıkarılmadığını da sormak gerekmektedir.  Bu olayla ilgili olarak Jeoloji Mühendisleri Odası (JMO)’nın hazırladığı raporda, şev açıları, basamak genişlikleri ve yükseklikleri, kömür tabakaları arasındaki kil bantları, yeraltı suyunun drenajı gibi açık maden işletmeciliği açısından önemli olan teknik hususlara dikkat çekilerek, bu konularda gerekenin yapılıp yapılmadığının ve yaptığı fazla üretime karşılık madenin işletmecisi olan özel şirkete prim verilip verilmediğinin aydınlatılması yetkililerden talep edilmişti.  http://www.jmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=4518&tipi=1&sube=0

Yaşananlar ve AKP’nin enerji arzında yerli kaynakların payının arttırılacağına ilişkin geçmişteki beyanlarının doğrulanmak bir yana tam tersinin gerçekleştiği dikkate alındığında, söylem düzeyindeki hedeflerin bir şey ifade etmediği rahatlıkla anlaşılmaktadır. Siyasal iktidarların önceki hedeflerinin gerçekleşmesine ilişkin ölçme-değerlendirme mekanizmaları işlememekte, hedeflerin neden tutturulamadığı üzerinde hiç durulmamakta, her defasında sanki ilk kez gündeme geliyormuşçasına aynı veya benzer söylemler tekrarlanmaktadır. Bu durumda hedef diye ortaya konan hususlar, en iyimser değerlendirmeyle, ucu açık niyet bildirimlerinden öteye gitmemektedir.

 

Yerli kaynakların üretimi nasıl arttırılacak?

Konunun diğer çok önemli bir boyutu da bu hamlelerin nasıl ve hangi kurumsal yapı ve kadrolarla gerçekleştirileceğidir. AKP iktidarının çılgın projelerinin ve “yatırım” hamlelerinin çevreyi-ekolojik dengeyi altüst etmek, ormanları, su havzalarını, tarımsal alanları, zeytinlikleri yağmalamak anlamına geldiği, doğrudan canı yananlar ve yaşam ortamı yok edilenlerin yanı sıra artık herkesçe bilinmektedir. Yukarıda söz edildiği gibi Afşin –Elbistan’da, daha yakın tarihlerde Soma ve Ermenek’te çok sayıdaki insanımızın yaşamını kaybetmesine neden olan faciaların gösterdiği üzere, enerji üretiminin bir bölümü olan kömür ocaklarında aşırı ve plansız üretimin ve teknik gerekliliklere uymamanın sonucunda meydana gelen facialar bu “yatırım” hamlelerinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. AKP’nin özel sektör eliyle yürüttüğü yatırım hamlelerinin, kaybedilen yaşamlar başta olmak üzere ülke insanlarına her türden maliyeti yüksek olmaktadır. Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı’nın her faciadan sonra, kafasında baret, arama-kurtarma ekibinin sözcüsü gibi televizyon ekranlarında boy göstermesi en azından kamuoyunun önemli bir bölümü için ikna edici olmaktan çok uzaktır.

 

Kurumsal yapı ve kadrolar yeterli mi?

Diğer yandan kamu yönetiminde kayırmacı bir anlayış hakim olduğundan kurumlarda görevlendirmeler liyakata değil, siyasal iktidara yandaş olup olmamaya göre yapılmaktadır.  Neoliberal politikaların açtığı yollarda kendisi için çok verimli alanlar bulan siyasal iktidar, kamu kurumlarının içinin boşaltılması ve işlevsizleştirilmesi sürecinin çok önemli bir taşıyıcısı olmuştur.  “Tüm yatırımlar özel sektöre” şeklinde özetlenebilecek bu süreçte,”Nasıl olsa her şeyi özel şirket yapacak” mantığı egemen olmakta, bu durumda kamu kurumlarında işinin ehli olmayan kadroları yetkili ve sorumlu görevlere getirmekte bir sakınca görülmemektedir.  

Ancak genelde sanıldığının aksine, yerine getirilmesi gereken bu hizmetlerde kamu adına “İşin sahibi” olan yetkili ve sorumluların neyi, nasıl yaptıracağını bilecek ehliyette olmaması,

-Karşı karşıya kaldığımız faciaların meydana gelmesini,

-Yapılması gereken yatırımların altından kalkılamaması ve/veya yanlış yatırımlar sonucunda kamu kaynaklarının israf edilmesini,

-Çevresel, kültürel değerlerimizin talan edilmesini

kolaylaştırıcı bir faktördür.

Bu açıdan, yerli kaynaklara dayalı enerji üretiminin arttırılması amacıyla açıklanan eylem planı ile ilgili olarak “Nasıl ve hangi kurum ve kadrolarla” sorusu son derece geçerli bir sorudur.

 

Teknoloji geliştirme için verilen hedefler gerçekçi mi?

Kuşkusuz ki, önemsenmesi gereken bir konu da teknoloji geliştirme kapasitesinin geliştirilmesidir. Eylem Planında bu konu da unutulmamış, 4 sayılı politika bildiriminde yerli kömürlere dayalı temiz teknolojilerin geliştirilmesi için Ar-Ge çalışmalarına ağırlık verileceği belirtilmiştir. Bu başlık altında sıralanan kapsamlı eylem alanları için verilen başlangıç ve bitiş tarihleri Kasım 2014-Aralık 2015  olup, bir yıllık bu sürede nelerin gerçekleştirileceği açıklanmaya muhtaçtır. 

Üretim ve teknoloji üretme kapasitesi gelişkin olan ve bu alanlarda tarihsel birikime sahip ülkelerde bile uzun süre ve yüksek maliyet gerektiren araştırma-geliştirme faaliyetleri için verilen bir yıllık sürenin ne anlama geldiği, neyi kapsadığı anlaşılamamaktadır. Eylem Planında verilen bu süre, bu konuların ne kadar ciddiyetle ele alındığının ve/veya alınacağının bir göstergesi olup, Ar-Ge meselesinin her zamanki gibi bu tür yayın ve raporların vitrin konusu olarak kalacağı yönündeki izlenimlerimizi maalesef güçlendirmektedir.

Bu arada bazı bilgileri tazelemekte yarar vardır. Örneğin kömür gazlaştırma konusunu ele alalım: Kimya mühendislerinin çok iyi bildiği gibi, kömür gazlaştırma tek başına yeni bir teknoloji olmayıp ticari ölçekte uygulama geçmişi 1800’lü yıllara dayanmaktadır. Yeni olan, 1970’lerdeki petrol krizinin yarattığı baskıyla kömür alanındaki çalışmalara yeniden ağırlık verilmesi ve bu doğrultuda kömürün gazlaştırılarak elektrik üretiminde kullanılmasıdır. IGCC (Entegre gazlaştırma kombine çevrim) teknolojisi hem gaz hem de buhar türbininin kullanılmasıyla elektrik üretim veriminin artmasına olanak sağlamaktadır. Bu teknoloji üzerinde önemli işletme deneyimleri elde edilmekle birlikte, hala komplike ve geliştirilmesi gereken, maliyetli bir teknoloji olarak kabul edilmekte, tahmin edileceği üzere dünyada kömür alanındaki Ar-Ge çalışmaları petrol-doğal gaz fiyatlarının durumundan etkilenmektedir. Sadece kısa bir bilgi olarak, Massachusetts Institute of Technology (MIT) tarafından “Kömürün Geleceği” konusunda 2007 yılında yapılan çalışmada, IGCC teknolojisi ile ilgili olarak,  gazın temizlenmesi, gaz türbini, prosesin entegrasyonu vb konularda yapılacak araştırma faaliyetlerini desteklemek üzere yılda 100-125 milyon dolarlık bir bütçe öngörüldüğünü eklemek gerek. Kaldı ki, ABD’nin bu alandaki teknolojik birikimi ile işletme deneyimi ve bu konuda düşük kalorili kömürler ve linyitler ile ilgili daha az veri olduğu da dikkate alınmalıdır. Ülkemizin araştırma –geliştirme alanındaki geçmiş deneyimlerinin yetersizliği de göz önünde bulundurulursa, eğitim sürecinden başlayarak toplumsal kurumlar arası bir organizasyon ve gelişkinlik isteyen Ar-Ge konusundaki hedeflerin söylem düzeyinde kalması olasılığı yüksektir.

Sonuç olarak, AKP’nin iktidar sürecindeki bilimsel-teknik gereklilikleri göz ardı eden yatırımlar ve uygulamalar, “çılgın projeler”, teknik zorunluluklara uyulmaması sonucunda yaşamını kaybeden insanlarımız, yok edilen doğal ve kültürel varlıklarımız dikkate alındığında, Yerli Kaynaklara Dayalı Enerji Üretimi İçin Eylem Planı ile, kayırılan çevrelere ve destekçilere yeni nema alanları açılıp açılmadığı, gerçekten ülkemizin ve yurttaşlarımızın bugünü ve geleceği açısından olumlu olabilecek beyanların ne kadar ve nasıl gerçekleştirileceği, söz edilen “hamlelerin” bizlere ne olarak geri döneceği hepimizce izlenmelidir.   

Nilgün Ercan/ Kasım 2014

Foto: http://www.dunya.com/davutoglu-9-maddelik-ekonomi-reformunu-acikladi-243...