Hacettepe’ye arazisi ilaç mı?

Arazi satış ihalesiyle Hacettepe üniversitesi basında yer aldı. Ancak üniversite ilk defa bu konuyla gündeme düşmedi. Öyle anlaşılıyor ki gelecekte de çok konuşulacak.


 Üniversitenin adını siyasal düşüncelerini açıklayan öğrencilere verilen disiplin cezaları ile 2010 yılında duymuştuk. Daha sonraki yıllarda, yeni rektörün 2011 yılında atanmasıyla  üniversite borçları ile gündeme bizzat yeni rektör tarafından taşındı. Yeni rektör sayesinde önceki yönetimin sadece disiplin cezası vermede bonkör olmadığı,  üniversiteyi borçlandırmada da elinin çok açık olduğunu öğrenmiş olduk.

Üniversite, son olarak borçlarını ödemek için arazisini satmaya çalıştığı haberiyle basında yer aldı. Bir başka Hacettepe Üniversitesi haberi ise Beytepe kampusunda yapılacak yeni tıp fakültesi ve hastanesi için cumhurbaşkanlığından onay alındığı idi.

Hacettepe üniversitesi gibi önemli bir eğitim ve öğretim kurumunun arsa satma yoluyla gündeme gelmesi üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu olmalıdır. Biz bu nedenle konuyu kendi bakış açımızla aşağıda değerlendiriyoruz.

Hacettepe üniversitesi iyi yönetiliyor mu?

Bu üniversitenin kuruluşuna mührünü basan kişi hiç şüphesiz ki İhsan Doğramacı’dır. 12 Eylül darbesine kadar geçen süre üniversitenin kuruluş ve gelişme dönemi olmuş ve bu dönem değişmeyen yönetimi ile 1975 yılına kadar devam etmiştir. Üniversite yönetim anlayışında bir değişiklik olmamasına karşın 12 Eylül darbesi sonrası kurulan YÖK ile tüm üniversitelerde yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemin en önemli özelliği üniversitelerde büyük bir temizleme harekatının YÖK aracılığıyla yapılmasıdır. Hacettepe üniversitesinde de birçok öğretim üyesinin sadece toplumcu düşüncelerinden dolayı üniversiteyle ilişkilerinin sonlandırılması veya baskılarla karşı karşıya bırakılarak uzaklaşması bu dönemin en önemli özelliğidir.

Kamu üniversitelerini etkileyen bir başka gelişme ise yükseköğrenimde vakıf üniversitelerine izin verilmesiyle yaşanmaya başlanmıştır. İlk vakıf üniversitenin 1984 yılında kurulmasıyla devlet üniversitelerinde ilave idari ve finansal sorunlar gündeme gelmiş ve bu sorunlar rektör seçimlerinin siyasal, bizden olanın tercih edilmesiyle iyice pekişmiştir. Vakıf üniversite gerçeği ile yüz yüze kalan ve olumsuz olarak etkilenen Üniversiteler, bu dönemin özelliklerini dikkate alan bir yönetim anlayışını benimseyerek değişmek yerine eski içe kapanık yapılarını devam ettirmişlerdir. Demokratik iç denetim mekanizmaları oluşturmamış, hatta böylesi arayış içerisinde dahi bulunmamışlardır.

Hacettepe üniversitesinde yönetim sorunlarını tüm üniversite bileşenleriyle demokratik mekanizmalar oluşturularak tartışmak ve bilimsel doğrulara göre hareket etmek için bir çaba içerisine girilmemiş ve kuruluşundan günümüze kadar gelen tek adam, ben yaptım oldu anlayışı devam ede gelmiştir.

Hastanesi olan üniversiteler için bir başka sorun ve finansal olarak büyük yük oluşturan uygulama ise Hükümet tarafından uygulanan sağlık politikalarıdır. Bu politikalar Hacettepe üniversitesi örneğinde görülebileceği üzere, finansal olarak yönetilemez üniversite gerçeği ile karşı karşıya kalınması sonucunu yaratmıştır.

Bugüne kadar eski ve klasik yollarla(siyasal iktidarlarla özel ilişkiler kurularak kaynak sağlama, devlet veya özel sektör destekli projeler kapma, teknokent uygulamalarından gelir elde etme, var ise sağlık kuruluşları üzerinden kar etme) ötelenen sorunlar artık çözülemez düzeylere ulaşmıştır.

Üniversitenin arazı satarak çözüm üretme seçeneği iktidarın TOKİ pratiğinin Hacettepe üniversitesi yöneticilerine ilham kaynağı ve yol gösterici olduğunu göstermektedir. Sorunun nedenlerini bulma, sonuçlara gidiş süreçlerini inceleme yerine mevcut varlıklarını satmak ile başlayan, günü veya dönemini kurtarmaya çalışan, sürekli borçlanmayı kabullenen anlayışın kamuoyu tarafından kabul görmesi istenmektedir.

Kanımızca, Hacettepe üniversitesinin arazisini satması yaşanan bir sürecin sonucudur ve ilerde yaşanacak mali darboğazların, krizlerin habercisidir. İster istemez bu çözümler (!) duvara toslayacaktır. Her krizde de diyeti ödenerek yine hükümet kapılarına dayanılacak ve varlığını yok eden bir çıkmaz yolda uçuruma doğru koşar adımlarla yürünecektir.

 Hacettepe Üniversitesinin borçları

Hacettepe üniversitesinin borçları konusu 2011 yılının son ayında yeni atanan Rektör Murat Tuncer ile kamuoyuna duyuruldu. Ancak bir yıl önce borç konusu Üniversite hastaneleri Birliği tarafından 2010 yılında bir raporla ilgili Bakan’a sunulmuştu.  ( http://www.uhbd.org/PDF/UHBD_Sn_Ali_Babacan_sunum.pdf) Bu raporda belirtildiği üzere hastanesi olan üniversitelerdeki krizin “artan hizmet üretim ve maliyetlerine karşın azalan hizmet bedeli “temel olarak açıklanırken örnek olarak Hacettepe Üniversitesi ele alınıyordu. Üniversite hastanelerinde Sayıştay raporlarına giren birçok usulsüzlük ve hizmet alımlarında ödenen yüksek bedeller gibi önemli su kaçakları ise bilinen, rutin ve geleneksel işletme sorunu olarak devam ediyordu. Sözü edilen raporda Hacettepe üniversitesi hastanelerinde giderlerini karşılayamama durumunun 2004 yılında başladığı açık olarak görülüyordu. Oluşan bu durumun önemli nedenlerinin başında uygulanan yeni sosyal güvenlik politikası olduğu gerçeği Hükümet tarafından da kabul edilmiş olacak ki sorunu günübirlik çözmek amacıyla 11.11.2010 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla üniversite hastanelerinin döner sermayelerine Devlet Yardımı yapılması kararlaştırılmıştı. Bu yardımdan en büyük pay ise Hacettepe Üniversitesine ait olmuş ve 114 milyon TL’lik bir finans kaynağı Devlet Bütçesinden aktarılmıştır. Ancak bu kaynağın sistemde var olan veya yeniden oluşacak delikleri kapatmayacağı sorunu çözdükleri izlenimi veren tüm tarafların da bilgisi dahilindeydi. Nitekim yukarıda sözünü ettiğimiz raporda Üniversitenin 2009 yılı zararının yıllık bazda 50 milyon TL olduğu açıklanıyordu. Yani sağlanan finans geçmiş borçları kapatsa dahi yeni borçlar kaçınılmazdı.

İşte bu gelişmeler olurken Aralık 2011’de YÖK tarafından birinci sıraya yerleştirilen Prof. Dr.Murat Tuncer Üniversiteye Rektör olarak atanıyor ve ayağının tozuyla yaptığı ilk açıklamalarda teslim aldığı borçlara ilişkin bilgiyi kamuoyu ile paylaşıyordu. Yeni Rektör, üniversitenin 2011 yılı sonu itibariyle 255 milyon TL (bir başka konuşmasında 270 milyon, kimilerine göre 230 milyon TL) borcu olduğunu, bu borcun önceki yönetimin sorumluluğunda olduğu ve gerekli soruşturmaların yapıldığını söylüyordu. Prof. Tuncer bundan böyle “kaynakların verimli kullanılması”  ile 3 ayda borcun 245 milyona indirildiğini ve” 2012 yılında beklenen iyileşmenin 50 milyon TL civarında gerçekleşmesini beklediklerini” açıklarken,” hiç kimseye ihtiyaç duymadan bu yükün altından kalkacağız. Hacettepe bir şeyi isterse mutlaka başarır” gibi iddialı, kendine güveni yansıtan ve bir miktar da kibirle ‘bu işi başaracak kişi benim’ demeye getiriyordu. (27 Nisan 2012)

Bu arada Cunta döneminde Genel Kurmaya kullanılmak üzere bırakılan araziler, Cumhurbaşkanı desteği ile tekrar Üniversiteye devrediliyor. Bu durum yeni Rektör’ün başarısı olarak kabul ediliyordu.

Bu gelişmeler olurken, Prof. Dr.Murat Tuncer, arazi satış kararının gerekçelerini anlattığı bir toplantıda, ”borçların birinci yıl sonunda 200 milyona indiğini, şu anda 230 milyon olduğunu” açıklayarak sorunun giderilmesinin mümkün olmadığını kabulleniyordu(5.4.2014).Ancak bu sözlerini ifade ettiği toplantıda öz eleştiride bulunmazken, sorunun temel nedenlerinden söz etmeyerek, bilim insanından beklenmeyecek bir davranışta bulunuyordu. Gerçekleri saklıyordu.

Hacettepe Üniversitesinde sorunun kaynağı

Sorunu kaynağına ilişkin bir belgeyi yukarıda verdik. Doğal olarak bu temel sorunun yanında yeni Rektörün dillendirdiği ihale ayak oyunlarının ve çıkar gruplarına yarar sağlayan yönetişimin Üniversiteyi finansal krize soktuğu gerçeğini yadsımamak gerekir. Üniversitenin bu duruma düşürülmesinin vebalinin geçmiş yöneticilerin bu durumu adeta yeniden üretmelerinin katkısının büyük olduğu bir gerçektir. Sadece ihale sisteminde, yönetimde yapılabilecek iyileştirmelerin kısmi iyileştirmeler sağlanabilir.

 Ancak bunlar sorunu çözmeye yetmeyecektir. Yetmediği de ilan edilmiştir.

Özellikle hastane sahibi üniversitelerde finansal sorunu yaratanın uygulanan sağlık politikaları olduğu kabul edilmeli veya sunulan yukarıdaki raporun yanlış ve yanlı olduğu üniversiteler tarafından kanıtlanmalıdır. Rapor doğru ise sorun sadece Hacettepe Üniversitesine ait bir sorun değildir. Nitekim  23/7/2010 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile 20 civarında hastanesi olan üniversiteye yardım edilmesi kararı bunun açık göstergesi. Örneğin borçları nedeniyle Marmara Üniversitesi, hastanesini Sağlık Bakanlığına devretmek durumunda kalmış ve tıp eğitiminin hayati bir uzvu Üniversite dışında bir Kuruma devredilmiştir. Bunun anlamı üniversitelerin hükümetlerin vesayeti altına girmesi, eğitim ve öğretim işlevi dışına çıkartılmasıdır. Adeta tıp eğitiminde uygulamalara karar veremeyecek, hastanesi olmayan tıp fakültesi dekanları ile karşı karşıya kalınan tıp fakülteleri oluşturulmaya başlanmıştır.Öte yandan SGK'ya devredilen üniversite hastanesi çok daha vahim başka sorunları tetikleyeceği bilinen bir başka gerçekliktir.  

Sağlık sisteminin hastanesi olan üniversiteleri çıkmaz bir yola doğru yönelttiğini söyleyen sadece hekim örgütleri değil. Bu konuda Başbakana sorunu çözmek için çağrıda bulunan bir hoca “Eğer üniversite hastanelerinin, Marmara Üniversitesi- Pendik Devlet Hastanesi modeli gibi, Sağlık Bakanlığı kontrolüne alınması düşünülüyorsa, açıkça şunu belirtelim ki, şu andaki sağlık bütçesi buna yetmez. Türkiye'deki tüm üniversite hastanelerinin bu modele çevrilmesi, 70 milyar TL civarında olan kamu sağlık giderleri için 90- 100 milyar TL gibi bir kaynak gerektirir” diyor.(02/ 09/ 2013,Prof. Dr. Paşa Göktaş).

İşte yukarıda çeşitli kesimlerde tanımlanan sorun ve bu sorunun nedenleri, ortaya çıkış süreçleri ortada dururken Hacettepe üniversitesinin borç sorununu sadece geçmiş yönetimlere bağlaması, bilimsel gerçeği yansıtmadığı gibi, çözümün ve tedavinin bulunmasını da engellemektedir.

 Rektörün gerekçeleri

Prof.Dr. Murat Tuncer, borç kilidini açmak için, göreve başladığının hemen ertesinde söylediklerini gerçekleştiremeyeceğini anladıktan sonra dönemin klasik çözümüne yöneldi.

Maliye bakanlığı ve şahıslar tarafından Üniversiteye eğitim ve öğretim için devredilen arazileri satmak.

Rektör, bu satışın gerekçelerini sadece mevcut borçları yok etmekle sınırlamadı. Hedefinin “dünya üniversitesi olarak kalmak”  olduğunu ve bunun için 600 milyon TL’ye ihtiyaçları olduğunu söyledi. Dünya üniversitesi olarak kalabilmek(!) için ise “eğitim, nükleer mühendislik, hukuk inşaat, çevre mühendisliği ile nüfus etütleri merkezi yatırımı” için bu paraya ihtiyaçları olduğunun altını çizdi.

Rektör’ün mevcut bazı bölümlerde eğitim ve öğretimin kalitesini artırmayı amaçladığını iddia ettiği yatırımları irdeleyecek bilgi ortada olmadığı için bunlara ilişkin düşünce oluşturmak mümkün olmuyor. Ancak yeni bölüm açma konusunda ki sözlerine söylenecek sözü biz bu konuda yapılmış bir çalışma ile buraya taşıyalım.

Rektör inşaat mühendisliği bölümü açmanın, “dünya üniversitesi kalmanın" koşullarından biri olduğunu ifade ederken ki yaklaşımı, siyasal iktidarın her ile bir üniversite açmanın gelişmişliğin bir göstergesi olduğunu kabul eden görüşe benzer bir yaklaşımla hareket ediyor. Biz mühendisler ise bu yaklaşımın mühendisler için işsiz ve düşük ücret anlamına geldiğini biliyoruz. Örnek aldığımız inşaat mühendisliği alanında İMO tarafından yapılan kapsamlı bir çalışmada, son yıllarda açılan yeni inşaat mühendisliği bölümleri ile inşaat mühendisliği enflasyonu yaratıldığı ve eğitimde kalitenin nasıl düşürüldüğü bilimsel olarak kanıtlanıyor. (http://www.imo.org.tr/resimler/dosya_ekler/c7cd4b8304cf9e5_ek.pdf?tipi=1&turu=X&sube=0)

Benzer durumun Çevre Mühendisliği alanında da olduğu bilgisi ise ÇMO Yönetim Kurulu tarafından açıklanıyor.( http://bianet.org/bianet/cevre/115944-cevre-muhendisligi-tercih-etmeden-once-dikkatli-olun)

Bu durumda Rektör’ün söylediklerinin bilimsel olduğundan, arazi satışı ile sağlanacak kaynağın ülkenin ihtiyacı olan çalışmalar için harcanacağından emin olmak mümkün mü? Sadece mühendis sayısını artıracak yatırımın ülkemize ve Hacettepe Üniversitesine bir yararı olabilir mi?

Rektörün atılımları desteklenmeli mi?

Hacettepe üniversitesi rektörü cunta döneminde TSK ve Bilkent Üniversitesine devredilen arazileri tekrar Üniversiteye kazandırmak için yaptığı çalışmalarla desteği hak etmektedir.

Rektör önceki yıllarda Üniversitenin irrasyonel çalışmasını engellemeye yönelik idari önlemler nedeniyle de, geçmiş dönemlerde Üniversiteyi zarara uğratanlardan hesap sorma amaçlı girişimleri nedeniyle de takdir edilmelidir. Bu girişimleri izlenmeli ve sonuçlarının alınması için Rektör cesaretlendirilmelidir.

Ancak bu destekleri hak etmesi için Rektörün bilim adamı nesnelliği ile hareket etmesi gerekmez mi?

Her şeyden önce Rektör, uygulanan SGK politikalarının Üniversiteyi nasıl bir finansal krize soktuğunu kamuoyuna açıklamalıdır. Mevcut sosyal güvenlik politikalarının tıp eğitiminin vazgeçilmezi olan üniversite hastanelerini sıradan sağlık hizmeti veren kurumlar durumuna getirdiği gerçeğinin üstünü örtmemelidir.

Rektör, “Dünya üniversitesi” olma kriterleri arasında öğrenci sayısının fazlalığının önemli bir kriter olduğunu önce çalışma arkadaşları öğretim üyelerine ve daha sonra da bizlere kanıtlamalıdır.

Açacağı yeni bölümlere bu ülkenin ihtiyacı olduğunu, meslek örgütlerine anlatmalı, onları da ikna etmelidir.

Rektör, yönetime geldiğinde ifade ettiği “kısa sürede üniversite borçlarını sıfırlayacağı” tespitinde yanıldığını açıklamalıdır.

Rektör, hastanesi olan üniversiteleri krize sokan sağlık politikalarını iktidar yetkililerine kamuoyu önünde anlatmalıdır. Bu anlatımlarında isterse öğrencilerine yönelik buyurgan ve bilen otorite dilini kullanmasa da olur. Böylesi davranışların üniversite öğrencileri de mutlu edeceği açıktır.

İşte o zaman üniversitenin tüm bileşenleri, öğretmenler, çalışanları ve öğrencileri Rektörün yanında olacaktır.

Nisan 2014