Nepotizm, bürokrasi zulmü ve üniversiteler…

Üniversitelerin aile şirketine döndüğü, aynı üniversitede hatta aynı bölümde aynı soyadına sahip birçok kişinin bulunması soru işaretleri oluşturuyor


 

Vahdet Özkoçak... Kendisi Öğretim Elemanları Sendikası (ÖGESEN) Genel Başkanı. Yaklaşık beş yıldır üniversitelerdeki sorunlar için mücadele veriyor. Özellikle Öğretim Üyesi Yerleştirme Programı (ÖYP) konusunda yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği kazanımları yakından takip etme fırsatım oldu. Verdiği mücadele sonucu 13 bin 170 ÖYP'li yeniden haklarına kavuştu.

Özkoçak, Atatürk milliyetçisi olarak tanımlıyor kendini. Bildiği doğrulardan şaşmayan, ülkenin çıkarını kendi çıkarı üzerinde görmeyen birisi. İnandığı doğrulardan şaşmayan, bu nedenle de doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali kimseyle de siyasi çıkar ilişkisi kurmayan bir isim Özkoçak.

Kendisini tanıdığım günden beri -yaklaşık dört yıldır- dilinden düşürmediği bir kelime var Özkoçak'ın; nepotizm... Diğer bir deyişle akraba kayırma...

 

Son günlerde Pamukkale Üniversitesi rektörüyle gündeme gelse de uzun süredir üniversitelerin en önemli sorunlarından biri nepotizm. Bilim üretememizin, uluslararası sıralamalar yer almamamızın temel nedeni bu...

Özkoçak, her ne kadar Pamukkale Üniversitesi rektörünün görevden uzaklaştırılmış ya da soruşturmalar açılmış olsa da ülkemizde üniversitelerin liyakat temelli yönetilmediği takdirde benzer pek çok sorunla karşılaşmaya devam edeceğimizi düşünüyor.

Konuyla ilgili bir açıklama yapan Özkoçak, bu durumun nitelikli akademisyen bulmayı da zorlaştığını kaydederek, “Bu hali ile daha da zorlaşacağı aşikar. Çünkü nepotizm had safhada, liyakatin yerini aidiyet, ehliyetin yerini de biat almaya başladı. Asıl sorunumuz bu. Bu sorunu kısa sürede aşamayız ancak 'Havuz Sistemi' yani 'Akademik İstihdam Platformu' ile en aza indirebiliriz. Sisteme girenler girdi. Onları da çalışan, üreten ve liyakat ile girenler eritecektir. Sistem öyle bir kurulmalı ki, çürük elma dahi yeşermelidir. Bu da bizlerin elinde” diyor.

Rektörlerin ya da üniversitelerde yönetici durumunda bulunan kişilerin akrabaları ve yakınlarını çeşitli kadrolara ataması ya da onlara özel kadroya çıkması üniversitelere olan güveni derinden sarstığını ve liyakata büyük darbe vurduğunu söyleyen Özkoçak, şöyle devam ediyor: “Üniversitelerin aile şirketine döndüğü, aynı üniversitede hatta aynı bölümde aynı soyadına sahip birçok kişinin bulunması bu alımların gerçekten hakkaniyet ölçüsünde yapılmadığı konusunda kamuoyunda soru işaretleri oluşturuyor. Liyakate dayalı alımların olmaması da bilimsel başarıdan uzak, dünya sıralamalarında dereceye giremeyen, ar-ge yapamayan ve teknoloji geliştiremeyen üniversiteler olarak karşımıza çıkıyor.

YÖK bu tür alımlara her ne kadar konu sosyal medyada gündem olduktan sonra müdahale etse de medyaya düşmeyen birçok alımın da olduğunu biliyoruz. Bu duruma neden olan etkenlerin başında da YÖK’ün üniversitelere yetki devri sonrasında rektörlerin keyfi davranışları ve bulundukları ilin valisinden daha geniş yetkilere sahip olmaları. Bu durum maalesef bazı durumlarda bu yetkinin kötüye kullanılmasına, liyakat ve ehliyete uygun olmayan alımların oluşmasına yol açıyor. Buna ilave olarak ülkemizde rücu sisteminin de olmaması nedeniyle yöneticiler verdikleri kararların sorumluluğundan uzak bir şekilde hareket ediyor. Rücu sisteminin kamunun her alanında getirilmesiyle yöneticiler neden oldukları zararı ödemek zorunda kalacak bu durum da karar alırken kendi yararlarını değil kamu yararını düşünmelerine neden olacak.”

Özkoçak, son dönemde yükseköğretimde keyfi uygulama şikayetlerinin sıklıkla dile geldiği ve yüksek sesle konuşulduğu bir alanın da doçentlik olduğunu söylüyor. Özkoçak, şöyle devam ediyor: “Bilindiği üzere Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın 'açın gençlerin önünü' demesinin ardından doçentlik sözlü sınavı kısmen kaldırılmış, yönetmeliklerde değişiklikler ile süreç dijital ortamda ve daha hızlı tamamlanması planlanmıştı. Ancak rövanşist davranan bazı profesörler tarafından 'asgari şart' ve 'etik ihlal' keyfi olarak doçent yapmama vesilesi olarak kullanılmış, maalesef Üniversiteler Arası Kurul Başkanlığı (ÜAK) tarafından da 'jüri kalmaz' gerekçesi ile yaptırımsız bırakılmıştır.

Mağdur aday itiraz ettiğinde de doçentlik komisyonları tarafından direkt ret verilerek hukuki sürece süreklenmişlerdir. Dahası mahkeme kararlarını uygulamama ya da geciktirme adına bir iradenin de 'kişiselleştirme' ile yapıldığı görülüyor. Aynı ÜAK’ta kaybedilen davanın gereği 30 günlük yasal sürede en kısa zamanda yapılırken bazı adaylara 'kişisel husumet' güdülerek son güne kadar bekletilmekte hatta 'hukuki süreç devam ediyor' şerhi konulması bile konuşulur olmuştur. Nepotizmden dert yanan ve bitap düşen akademi dünyasında bir de 'bürokrasi zulmü' adı altında yeni bir mağduriyet kapısı ÜAK’ta aralanıyor.”

Bütün bu süreçleri elbette sendika olarak yakından takip ettiklerini anlatan Özkoçak, hem rücu sisteminin tesisi hem de YÖK içerisinde yapılan bu keyfi uygulamaların son bulması için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması için çalışacaklarının altını çiziyor. Her bir kamu görevlisinin attığı imzadan sekiz yıl sorumlu olduğuna değinen Özkoçak, “Bu tarz uygulamaların bugün cezai yaptırımı olmadığını düşünseler de yarın bir soruşturma veya inceleme sonrasında gerçeklerin ortaya çıkacağı bir gerçek. Kısaca bu kronikleşen sorunlar acilen çözüme kavuşmalı. Eğitim siyasetüstüdür. Tüm siyasi partilerin el ele vererek çözüm önerilerimize katkı sunması elzemdir. Unutmayalım başka Türkiye yok” diyor.

Sevgili Özkoçak ve arkadaşlarının mücadelesine tüm Türkiye olarak destek vermek zorundayız. Ancak böyle üniversitelerimiz bilim üreten bir yer haline gelir ve geleceğimiz ancak böyle güzelleşir. Umarım, Özkoçak'ın şu sözünün ne kadar önemli olduğunu herkes anlar; Unutmayalım, başka Türkiye yok!
14 Ağustos 2020,Gerçek Gündem

  •