Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu: Fakültelere özerklik verilsin

Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz, “Fakültelere özerklik verilirse, vizyoner dekanlarla çok işler başarılabilir” önerisinde bulunuyor.


 

 

Tamer IŞITIR,08 Ocak 2022

Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz, Türk üniversitelerinin bütçeyi döndürebilmek için sürekli lisanstaki öğrenci sayısını artırmaya çalıştığını belirterek, “50-100 bin kişilik üniversite mekanikleşir. Üniversitenin itici gücü master-doktora öğrencileridir. Lisansı optimumda tutup, master-doktora sayısını artırmak gerekir” diyor.

Kadir Has Üniversitesi’nin fizik profesörü rektörü Sondan Durukanoğlu Feyiz, “Dünyada benzerini bulamazsınız” diyerek özetlediği yeni eğitim modeliyle hayalindeki üniversiteyi yaratmak istiyor. Rektörlük görevinde 3. yılını tamamlayan Feyiz, ‘entelektüel Disneyland’la başlayan modelle 2018’de 0,4 olan kişi başı ortalama yayın sayısını bu yıl 1,1’e çıkardıklarını, 2024 hedefl erinin ise 2,5 olduğunu söylüyor. “MIT, 1945’e kadar 2 yıllık bir okulmuş, başına fizikçi bir rektör geldikten sonra bugünkü kimliğine kavuşmuş” diyerek nihai hedefl erini açıklıyor; “Biz de Türkiye’nin MIT’sini yaratacağız.”

Sabancı Üniversitesi’ndeki rektör yardımcılığı görevinin ardından 2018’de Kadir Has Üniversitesi’nde rektörlük görevine başlayan Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz’le hem bugünün Türkiye’sinin küresel rekabette ihtiyaç duyduğu akademik dönüşümü hem de üniversitesinde imza attığı eğitim modeli değişikliğiyle elde etmeye başladıkları başarılarını konuştuk.

MASTER-DOKTORADAN PARA ALMAKTAN VAZGEÇELİM

*Türk üniversitelerinin bugünkü durumunu nasıl değerlendirirsiniz? Times Higher Education gibi endekslerde üst sıralarda yer almanın kriterleri belli. Neden o listelerde daha çok üniversitemiz yok?

Üniversite o endekslerdeki parametrelerin peşine gitmeye başlarsa özü kaçırıyor. Tamam hedefimiz o endekslere girmek ama aklın yolu bir. Araştırmanın itici motoru öğrencilerdir. Mesela bizim şu an 155 tane full-time akademisyenimiz var. Kritik eşiğe ulaşabilmemiz için bunun minimum 200 olması lazım. 1 hocaya 8 tane doktora öğrencisinin düşmesi gerekiyor. Türkiye’de üniversiteler bütçeyi döndürebilmek için sürekli lisanstaki öğrenci sayısını artırmaya çalışıyor. En büyük zarar o. Halbuki lisans öğrenci sayısını optimumda tutup master ve doktora öğrencisini artırmak şart. Master ve doktora öğrencisinden para alınmaz. Sen itici gücünden para isteyemezsin. Profesyonel master programları ayrı, ama tezli programlarda bundan vazgeçmek lazım. Biz Kadir Has’ta bunu değiştirdik. Öğrenci gecesini gündüzüne katacak çalışacak, bir de ondan para isteyeceğim, böyle bir şey olabilir mi? Bütün tezli programlarda hocalara yetki verdim; ‘Kalitesine bakın öğrencinin, ücret istemeyin, verin yüzde 100 bursu. Artı o çocuklara başka burs da bulacaksınız’. Bunu yaptığınız zaman göreceksiniz, 5 yıl içerisinde o yayınlar tıkır tıkır artacak. Endekslerde de daha iyi yerlere geleceğiz.

FİZİKÇİ GİBİ DÜŞÜNEREK FİZİK DERSİNİ YASAKLADI

*Yayın konusunu böyle hallettik diyelim, peki diğer parametreler?

Hoca başına öğrenci meselesi var bir de… Dünya üniversitelerine bakın, 1. sınıf kitle eğitimi verilir. Amfilere öğrencileri doldururlar. 1 tane de hoca koyarlar oraya… Biz üniversitemizde o eğitim modellerini değiştirdik. 21’inci yüzyıl insanının ihtiyaçlarına 18’inci 19’uncu yüzyıllarda geliştirilen eğitim modeliyle cevap verilmez. Maalesef yeni kurulan üniversiteler birbirini kopyaladıkları için hiçbir şekilde yeni bir sistem getirmiyorlar.

Rektör olduğumda bütün hocalarla bir araya geldim. ‘Bir Kadir Has Üniversitesi mezununda görmek istediğiniz evrensel, insani değer ve yetkinlikler neler’ diye sordum; kimse matematik falan demedi. ‘Eleştirel düşünme yetisi, konuşma, yazma, sunum becerisi, takıma liderlik, yaşadığı gezegene duyarlılık’ vs. dendi. Klasik müfredatla bu yetileri öğrencilere vermek mümkün mü? Değil. Fizikçi olmanın güzelliği nedir? Dayatılanları kabul etmeyerek sıfırdan bir problemi kafanla, beyninle çözmeye çalışıyorsun. Bunu 3 bölümümüze uyguladık. Eşya, mekatronik ve elektrik-elektronik mühendisliği. ‘1. sınıf müfredatında 1 tane fizik, kimya, matematik dersi yok, yasak’ dedim. Fizik gerekli değil demiyorum, bu şekilde öğretilmek zorunda değil.

Ne var derslerde? Evrensel değerler ve etik. Hoca gelip sana ahlak anlatmıyor. Cinsel yönelimden kadına şiddete, teröre ve etnik problemlerden iklime bütün problemler masaya yatırılacak, hocanın görevi mentorluk yapmak. Herkes düşüncesini özgürce ifade edecek, hoca evrensel değerleri hatırlatarak ‘Bir daha düşünün’ diyecek. Ve tartışma… Başka hiçbir şey istemiyorum. İkincisi algoritmik düşünme. Öğrenmek zorundayız, veri çağındayız. İster hukukçu, ister sanatçı, kim olursa olsun... Bu kadar verinin yoğun olduğu dönemde algoritmik çözüm yöntemlerini öğrenmek zorundasın.

DÜNYA GAZETESİ'Nİ EN İYİ GAZETE YAPMA KONUSU TASARIM PROBLEMİDİR

Tasarım örneğin. Söz gelimi Dünya Gazetesi’ni en iyi gazete yapmak konusu bir tasarım problemidir. COVID sorununu veya İstanbul’un ulaşım problemini çözme birer tasarımdır. Öğrencilere sistemsel düşünmeyi aktardığımız bir tasarım dersini devreye alıyoruz. Temel bilimsel kavramların tartışılıp özümsendiği bir süreçten bahsediyoruz. Soru 1; evren nasıl oluştu? Bununla başlıyoruz. Gezegende yaşam nasıl başladı, sonra insanın hayatta kalma mücadelesi, ilaç meselesi, sonra insanoğlunun dünyayı anlama problemi ve ardından klasik fizikten kuantum fiziğine geçiş… 1,5 saatlik kuantum fiziği dersim için 2,5 ay çalıştım. Temel kavramları tartışmadığın zaman gerçekten oturmuyor. Bir şey daha, yazılı sınavları kaldırdık. Yasak! Öğrencinin tartışma becerisi, anlama, sunum, yazma becerisi… Bu yetkinlikleri derslere dağıttık.

1’İNCİ SINIFI ENTELEKTÜEL DİSNEYLAND’A ÇEVİRDİK

Örneğin Kökenler dersinde sunum becerisini geliştiriyoruz. Batı medeniyetine karşı hiçbir düşmanlığım yok ama medeniyet sadece batı değil. Medeniyet dediğimiz şey insanlığın yerleşik düzene geçmesiyle başladı. Uzakdoğu’da da yerleşik düzene geçen var, Ortadoğu’da da var, Afrika’da da var. Hocalardan dersleri karşılaştırmalı hazırlamalarını istedim. İnsan türünün bu gezegendeki tarihi; bir cinsel türün değil. ‘Çocuk dönem sonuna kadar 2 bin kelimelik makaleler yazacak’ dedik. Evrensel değerler ve etik dersinde tartışmayı öğretiyoruz. Tartışma ama haklı çıkmak üzerine değil. Argüman geliştirerek ortak akıl bulma üzerine. Böyle bir tasarım yaptık. 1’inci sınıfın ilk dönemi böyle. 2’nci dönemde bölüm dersleri alınabiliyor ama ben bir şart koydum, öyle farklı olacak ki bir mühendislik dersini bir hukuk öğrencisi de alabilecek. 1’inci sınıfı entelektüel Disneyland’e çevirdik. Jazz tarihinden tut, evrenin derinliklerine, seyahatten küresel sorunlara kadar müthiş bir ders seçeneği var.

DÜNYADA BİZİMKİ GİBİ RADİKALİ BULUNMAZ

Şimdi sizin dediğiniz yere geliyorum. Sanat dersi de alacak çocuk, hukuk da alacak, siyaset de alacak, müzik de alacak. Önümüzdeki yıllarda aldığı şeyi hatırlayacak, ‘ben bunu deneyebilirim’ diyecek. Dünyanın hiçbir yerinde bu programı bire bir bulamazsın. Benzerini bulursun ama bizimkisi gibi radikali bulunmaz. Hem YÖK (Yükseköğrenim Kurumu) hem YÖKAK (Yükseköğrenim Kalite Kurulu) bizi destekledi, dört gözle sonuçlarımızı bekliyor. İletişim Fakültesi; Yeni Medya, Halkla İlişkiler, Görsel İletişim Tasarım, Reklamcılık, Radyo Sinema Televizyon bölümleri ordu gibi geçti. Tasarım Fakültesi’nde tiyatro, mimarlık, içmimarlık, endüstriyel tasarım bölümleri, Mühendislik Fakültesi’nde endüstriyel tasarım harici bütün bölümler geçti.

LAW SCHOOL TAM İSTEDİĞİM GİBİ

Hukuku da değiştireceğiz. Vaka tabanlı olacak. Netfl ix’te Law School diye bir dizi var. Tam istediğim gibi. Vaka analizi yapıyor çocuklar. Medeni Kanunla ilgili önemli kanunları koyarsın, tartıştıra tartıştıra öğretirsin çocuğa. Dört yılda üç fakülteyi geçirdik, ikinci dönemimde diğer iki fakülteyi de tamamlayacağız. Yol haritamız belli.

FİRMALARIN AR-GE DİREKTÖRLERİNİ ÇAĞIRDIM, DEDİM Kİ…

İş dünyasıyla akademinin organik bir ilişki içinde olması gerekirken, Türkiye bu konuda sektörel ve akademik sermayesini pek efektif kullanamıyor. Siz üniversitenizde bu konuya ne tür açılımlar getiriyorsunuz?

Eğitimde sanayi-üniversite işbirliğini organik olarak biz kurduk, çok net. Eğitimdeki iş ortaklarımızla proje de geliştirmeye başladık. “Akademisyenler burnu havada insanlar, sanayicilerden uzak dururlar” algısı var, halbuki iki aklın bir araya gelip problemleri çözmesi lazım. Mesela TÜBİTAK, programlar geliştiriyor. O kadar güzel programlar ki... Ama organik olmayınca olmuyor. Diyor ki TÜBİTAK; ‘Eğer üniversiteyle işbirliğine gidersen ve Ar-Ge elemanı da yetiştirirsen senin projenin yüzde 75’ini ben karşılayacağım, yüzde 25’ini de sen kat’ diyor. Bir de kendi şirketinden burada doktora yapan çalışanın mezun olduktan sonra sende çalışırsa, maaşının yüzde 75’ini şu kadar süreyle ben karşılayacağım’ diyor. Aslında o kadar güzel teşvikler var ki…

Sektöre rağmen sektöre insan yetiştiremezsin. Hangi dünya çapında iş yapan şirkete giderseniz gidin, ister MIT’den ister ODTÜ veya Boğaziçi’nden mezun olsun, diyorlar ki ‘aldığımız elemanı en az 1 yıl eğitiyoruz’. Ben de diyorum ki buna ne gerek var? Türkiye’nin en öncü firmalarının Ar-Ge direktörlerini topladım, dedim ki ‘Madem bizim yetiştirdiğimiz mezunları beğenmiyorsunuz, gelin müfredatı birlikte hazırlayalım’. Bunu yapan dünyada tek üniversite biziz. ‘Ama bir şartım var’ dedim. Bir tane geleneksel ders olmayacak. Hoca çıkacak, öğrenciler dinleyecek böyle bir şey istemiyorum. Öğrenme biçimini değiştireceğiz. İki; öğrencilerin her dönem bir proje havuzu olacak. Öğrenci buradan seçecek, yaparken öğrenecek. Üç; bu projeler sizin Ar-Ge merkezlerinden gelecek. Dört; her bir proje için bana bir mühendis mentör vereceksiniz. Çocuk 2. sınıftan itibaren alanının en iyi mühendisleriyle beraber proje yapmaya başlıyor. Her bir proje için bir akademik bir de sektörden mentörü var. O kadar başarılı gidiyor ki.

BEN ONLARA ‘ŞİZOFREN’ DİYORUM

Kadir Has çok yüksek sıralamalardan öğrenci almıyor. Mühendislikten bir hocayla konuştum, bana dedi ki, ‘Bizim öğrenciler çok kötü, şu sıralamalardan geliyor filan…’. ‘Haydi canım siz de’ dedim, biz modeli değiştirdik. 2019-20’nin öğrencileri çekirdek programı bitirip proje tabanlı eğitimi tamamladılar. Ben final projelerine girmiştim. 6 grup var, 2’şer kişilik en az 3 tane grup benim kendi doktora öğrencilerimden daha iyi sunum yaptılar. Hiç abartmıyorum…

Bizde elektrik-elektronik mühendisliği bölümünde -ben onlara şizofren diyorum- bir klasik, bir de proje tabanlı program var. Her ikisinde de ismi ve hocası aynı ders var. 2. dönem sonunda notları kıyasladık. Klasik müfredatla gidenin not ortalaması 4 üzerinden 1.6, diğeri 3.65. Döndüm hocaya, ‘Hocam, n’oldu?’ dedim. Aynı segment çocuklar, ilk 200 binden alınan iki grup bunlar.

Dersleri hocanın pasif, öğrencinin aktif olduğu bir şeye dönüştürdük. Bunu nasıl yapabildik? Çünkü benim 4 bin öğrencim var. Ben bölümlere yüzlerce çocuk almıyorum. İstanbul Hukuk 1000 öğrenci alıyormuş her sene, bu mümkün değil. Ben 30-40 öğrenci alıyorum. Böyle de gidecek. Amacımız çok iyi eğitim vermek. Gerçek vakıf üniversitesinin asla bir ticari kaygısının olmaması lazım. Buraya gelenin burada harcanması lazım, vakfın destek vermesi lazım. Ticari amacı olan bir üniversite asla benim dediğim gibi bir üniversite olamaz. Ekonomik kaygı klasik müfredatı dürter.

MIT’DE, SİNGAPUR’DA MASTER SÖZÜ VERİYORUM

‘Sizin üstünüzde emellerim çok fazla çocuklar’ diyorum çocuklar geldiği zaman. ‘Ben sizin bir Ar-Ge elemanı olmanızı istiyorum’ diyorum. En iyi okullarda master-doktora yapacak şekilde portfolyalarını hazırlıyoruz. Ben Amerika’da 15 yıl yaşadım. Oradaki üniversitelerin öğrencileri nasıl kabul ettiklerini biliyorum. 1’den itibaren bu çocuklar istediği araştırma grubunun elemanı olabiliyorlar. 4’e kadar en az 2 tane dünyanın en iyi bilimsel dergilerinde yayınları olacak. CV’lerinde 2. sınıfta tamamlanmış projeleri, bir de üzerine müthiş 2 makale, ben size garanti veriyorum; MIT de, Singapur’daki üniversiteler de çocukları yüzde 100 kabul edecekler master-doktora programlarına.

MEKANİKLEŞMEYİ ÖNLEMENİN YOLU FAKÜLTELERE ÖZERLİK VERİLMESİDİR

Nüfusu nispeten az üniversitelerde köklü model değişikliği yapmak da bazı riskleri almak da daha kolaydır. Peki 40 bin50 bin nüfuslu üniversitelerde etkili bir dönüşüm için ne yapacağız? Başarı için ölçek sorununa nasıl eğilmek gerekir?

Büyük sayılarla mekanikleşiyorsun. Ben büyük sayıları doğru bulmuyorum. Bir üniversite niye 40 bin kişilik olsun. 100 bin kişilik üniversite neyin nesi? Şu yapılabilir; fakültelere özerklik verilebilir ki orası üniversite gibi çalışsın. Fakülte dekanı vizyoner bir dekansa o değişiklikleri, dokunuşları yapabilir. Ben bunu burada merkezi yapıyorum. Bizim üniversitenin boyutu herhangi bir devlet üniversitesinin fakültesinden daha küçük. Büyük üniversitelerde mekanikleşmeyi önlemenin yolu fakültelere özerklik verilmesidir.

BİLGİYİ MAKİNAYA YÜKLE GİTSİN,İNSAN BEYNİ ANALİZ YAPSIN

30 yıl önce bilgiye bu kadar çabuk ulaşamıyorduk. Eğitim kurumlarının görevi bilgiyi öğrenciye yüklemekti. Bilgi olmadan fikir-analiz çıkmıyordu. Şimdi bilgiyi bu kadar yüklemeye gerek yok. İnternet elinin altında. Beyni başka türlü kullanacaksın. Anında ulaştığın bilgiyi analiz edip, sonuç çıkaracaksın. Yükle makinaya bitsin. Beyin analiz yapsın. Ezbere dayalı bilgiyle kıyaslama da yapılmıyor. Newton Amca’nın makara problemlerini tekrar tekrar çocuğa çözdürerek fizik öğretilmez. Fizik lazım ama gerçek yaşam problemlerini çözmeye adapte etmek esas konu. Çocuk bunu Sondan’dan öğrenmek zorunda da değil. Birçok iyi üniversitedeki hocadan öğrenebilir. Dijital çağ bilgiye istediğin koldan ulaşabilme özgürlüğüdür.

AR-GE’YE GSMH’NİN YÜZDE 3’ÜNÜ AYIRSAK…

İnsan kaynağını teknolojiye adapte etmek ve yüksek teknolojili ürün üretmek için devlete, özel sektöre ve akademiye bir rota çizmek istesek neler yapılabilir?

Devletin birinci görevi Ar-Ge yapacak, daha da önemlisi üniversitelerde liyakatı yerleştirecek. Rektör atamasından hoca alınmasına kadar… Bakın, AB sadece beyin konusuna 2 milyar Euro kaynak ayırdı. Bu ne demek? Yüzbinlerce araştırmacı, beyin alanına aktı demek. İnsan kaynağını buralara kanalize etmenin yolu minimallerde değil çok ciddi seviyelerde Ar-Ge yatırımı yapmaktır. Master ve doktora öğrenci sayılarını arttırabilecek kadar iyi hocalarımız burada var. Devlet ‘iyi üniversite nedir’ diyecek ve liyakata göre davranacak. Kendi kaynaklarımızla öğretim üyesi yetiştirebiliriz. Dışarıdan çekmeye de gerek yok. O doğru değil.

Araştırma için hoca öğrencisini destekleyecek, ama şu anki sistemde okul öğrenciden para istiyor. ‘Hocam benden para isteyecek misiniz’ diyor çocuklar, ‘Hayır ben sizden para istemiyorum, parayı ben size bulacağım’ diyorum.

5-6 milyonluk Singapur Ar-Ge’ye yılda 2 milyar dolar harcıyor. Türkiye’nin bir nüfusuna bakın, bir Ar-Ge yatırımına bakın. Yüksek teknoloji üretmek istiyorsanız Ar-Ge’ye yatırım yapmak zorundasınız. Güney Kore özel sektör sermayesiyle bu hale gelmedi. Devlet kasanın ağzını Ar-Ge firmalarına açtı. Türkiye 2 milyar dolar değil de gayri safi milli hasılasının yüzde 3’ünü ayırsın, bak görürsün. Çok iyi insan kaynağımız var, ama ekosistemde öğrenci özgürce çalışabilmeli.

Ekonominin yeniden formüle edilmesi lazım

Geçenlerde bir araştırmada vardı, Türk gençlerin yüzde 88’i yurtdışına gitmek istiyor. Belki yüzde 80’i maalesef hiç gidemeyecek. Dünyayı bilen, takip eden gencin yaratacağı değer her alanda kendini hissettirir. Türkiye’de ekonomik veya demokratik koşulları bir kenara bırakırsak, olabildiğince çok gencin yurtdışına gitmesine imkan yaratmamız gerekmez mi?

Yüzde 100 katılıyorum. Bazı insanların yurtdışına gitmek isteme nedeni ekonomik gerekçelere dayanıyor. 2005-2010 yılları arasında Türkiye’nin böyle bir sorunu yoktu, büyüyen bir ekonomisi vardı. Şu an neden böyle bir sorunu var? Sosyal adaletsizlik daha derinleşti. Eskiden insanlar yaşamlarını sürdürebilecek kadar para kazanıyorlardı. Bu ekonominin kesinlikle tekrar formüle edilmesi lazım. Ülkede yüksek teknoloji firmasının olması lazım ki mühendislik bitirmiş çocuk iş bulsun. Sektörler büyümeli, büyürken de kar etmeli. Üniversitemdeki temel politikalarımdan biri her öğrenci en az bir kere yurtdışına gitmeli. Başka bir yere gitmek çok önemli. Dünya vatandaşı olmak o insanı bambaşka biri yapıyor. Hippi gibi düşünün. Hareketliliğin bu kadar olduğu bir zamanda neden kendinizi tek ülkeye mahkum ediyorsunuz.

‘ÖĞRENCİLERİN UÇAK BİLETLERİNİ BEN ALIYORUM’

Biz 2024 yılına kadar mezun grubumuzun bir ya da iki dönem yurtdışına gitmiş olduğunu görmek istiyoruz. Eğer Erasmus harici bir yere gitmek isterlerse kültürel şok yaşamak adına, örneğin Uzakdoğu’ya, o zaman teşvik ediyorum onları, uçak biletlerini ben alıyorum. ‘Yüzde 20-25 oranında yabancı öğrencimiz olmalı’ diyorum. Dünya çapında bir üniversite olmak istiyorsan farklı kültürlere alışık insan yetiştirmek gerekiyor. Bu da ekosistemini değiştirmekle mümkün. İstanbul’a her yıl on bin öğrenci geliyor. Ben ilk binden istiyorum. Mesele para getirmeleri değil, öğrenci burada da kalabilir, ülkesine de dönebilir. Amaç uluslararasılaşmayı tesis edecek ortamı oluşturmak.

ASGARİ ÜCRET ÇİN’İN ALTINDAYKEN KİMSE GENÇLİĞİ SUÇLAYAMAZ

Bizden en büyük beyin göçünün olduğu ülke Almanya, refah düzeyinin yüksekliği sebebiyle bilim, teknoloji ve mühendislik bölümlerinde okumak isteyenlerin sayısı çok az. Eskiden Almanya bizden işçi alıyordu, şimdi beyin alıyor. Türkiye’nin en güzide okullarından mezun oluyorsun, başlangıç maaşlarına bakın Allah aşkına. Çocuk ailesinin yanından ayrılamıyor. Üniversitenin ana harcama kaynağı insan kaynağıdır. Şirketlerde de bu böyledir. Tasarruf denince akıllarına ilk çalışan çıkarma ve maaşı düşürme geliyor, bu denklem değişmediği sürece işimiz zor. 30 yıl önce Çin asgari ücreti en düşük olan ülkeydi, bugün biz onun da altında kaldık. Böyle gerekçeler varken kimse gençliği suçlayamaz. Bizim çocuklar yaşamak için gidiyor başka yere.

Türkiye'nin MIT'sini yaratacağız

Akademik olarak yakın ve orta vadede neler hedefliyorsunuz?

2018 yılında Kadir Has’a geldiğimde kişi başına yayın sayımız 0.4’tü. 2021 bitmedi, 1.1’i geçtik. Aynı hocalarla yapıyoruz bunu. İşin özüne gidiyorum; ‘bir akademisyen nasıl olmalı’ sorusunu soruyorum. Türkiye’de ortalamanın üstündeyiz. Benim 2024 hedefim 2.5 ortalamaya ulaşmak. 2024’te ayrıca 400 milyon TL’lik araştırma fonunu yöneten bir üniversite olacağız. Şu an 100 milyona geldik. Bunları gerçekleştirdiğin zaman o endekslere girmek sorun olmaz. Onlar çok yan sonuçlar. ‘Üniversite nasıl olmalı’; bunun üzerinde durmak lazım. MIT 1945 yılına kadar 2 yıllık bir okulmuş. Sonra fizikçi bir rektör getirmişler ve o fizikçi profesör bugünkü MIT’yi yarattı. Biz de burada Türkiye’nin MIT’sini yaratacağız.

Elon Musk, Aziz Sancar, Özdemir Bayraktar...

Bizim sanayicinin tüccarlıktan çıkıp sanayici olması lazım. Elon Musk nasıl Elon Musk oldu?

Özel sektör şu anda yeterli miktarda Ar-Ge yatırımı yapmıyor. Ama İHA’larımız var değil mi? Özdemir Bayraktar’ı ben tanıdım. Gerçekten müthiş bir insan. Adam, orada yatıp kalktı. Tek ilgilendiği şey mühendislik programıydı. Selçuk Bayraktar da öyle, onu da tanıyorum. Bizdeki hata başka etiketlerle uğraşmamız. Oysa o değerlere yapışacaksın. Türkiye’de sistem insan doğrama makinası. Aziz Sancar Türkiye’de olsaydı Aziz Sancar olabilir miydi?

Vakıf üniversitelerinin patron sorunu

Vakıf üniversitelerindeki sorun; patronlar üniversiteye fazla müdahale ediyorlar. Süregelen hatalardan bir tanesi akıl akılı beğenmiyor. Halbuki 'fikrin varsa ben seni destekleyeceğimm' demek lazım. Sen ne anlarsın denmez, ilerleme akılları özgür bırakmakla olur. Çok iyi insan kaynağımız var ama iyi yönetemiyoruz. Ben çok şanslıydım, harcadığımız her kuruşa ben karar veriyorum.

Teknokentler emlak ofisine döndü

Soru soran, merak eden insan bir şeyi başarır. ‘Kısa sürede nasıl zengin oluruz’ diyen insanlarla bu iş olmaz. Teknokent kuracağız ama Türkiye’deki teknokentler emlak ofisine döndü, orada yer kiralıyor firmalar. Biz öğrenci ve akademisyenlerimizi yerleştirmeyi planlıyoruz. Teknoloji bu gruptan çıkacak. Orayı bizim kendi öğrencimiz besleyecek. Çünkü düşünen, üreten bunlar.

"Kadir Has’a hayalimdeki üniversiteyi kurmak için geldim"

Ben Kadir Has’a rektör olmak için gelmedim, hayalimdeki üniversiteyi kurmak için geldim. Benim de 23-24 yaşında bir oğlum var, gençleri biliyorum, ihtiyaçları görüyorum. Klasik yöntemler bu ihtiyaçlara cevap vermiyor. Ben üniversiteye geç başladım, geç bitirdim. 24-25 yaşında öğrenciler üniversiteyi bitiriyor. Onlara ‘Ben 100 yaşını bulacağım, siz 150 yaşını bulacaksınız diyorum’. Allah aşkına, siz ömrünüzün sonuna kadar aynı işi yapacağınızı mı zannediyorsunuz? Biz 1’inci sınıfta her şeyi tattırıyoruz çocuklara. Yeni yetkinlikler için bu gerekli. Dijital çağ peki ama insan özelliğimiz hep kalacak.

ŞU ANKİ ELEYİCİ SİSTEMDE BEN YOKTUM

Şu anki eleyici sistemde ben hiç olmazdım. Lise ikiye kadar her dönem 7 zayıf getiriyordum. Ergenlik zor geçti ama kendini bulmak çok kolay değil. Bizim öğrenciler çok erken yaşta kendi hayatlarıyla ilgili sorunların üstesinden gelmek zorunda kalıyorlar. Bir rüzgara kapılıp gidiyorsun. Lise son sınıfı kendimden üç yaş küçük kardeşimle okudum. Şu anki eleyici sistemde ben yoktum. Biz 10 kardeşiz. Babam memur, annem ev hanımıydı. Üniversiteyi bitirdim, işe girip aileme yardım etmem gerekiyor. Ama benim aklımda akademisyen olmak var. Dedim ki, ‘Bana müsaade edin, 1 yıl verin. Yurtdışı sınavlarına hazırlanayım. Kazanamazsam istediğinizi yapacağım’ dedim. Kazandım da gidebildim. Allah’tan babam ‘Seni evlendireceğim’ demedi. 10 kardeş; sekiz kız, iki erkek, hepimiz üniversite mezunuyuz.

ASGARİ ÜCRETLE TÜRKİYE’DE NE YAPILABİLİR?

İnsanlar tercihlerini mecburen ekonomik gerekçelerle yapıyor. Bugün Türkiye’de eğer bir mühendis iyi bir maaşla bir yerde başlarsa, aklında doktora yapmak olsa bile onu tercih etmiyor. Çünkü gerçekten ekonomik şartlar Türkiye’de zor. Ben doktora için Amerika’ya giderken devletten burs alarak gittim. Döndüğümde doktora öğretim üyesi olarak 300 dolara çalışmaya başladım. Bu para benim çocuğumun kreş parasına yetmiyordu. Yurtdışında asgari ücret de olsa 1100 dolar yetiyordu. Ama Türkiye’de asgari ücretle ne yapılabilir?

REKTÖRLÜKTEN SONRA SIRADA MİMARLIK VAR

58 yaşındayım. Fizikçi olarak başladım, yönetici olarak devam ediyorum. Bundan sonraki hayatımda başka bir şey daha yapacağım. Ben kendimdeki dönüşüme bakıyorum; benim oğlan neler yapacak tahmin bile edemiyorum. Çünkü sıkılırsınız. Aynı iş 100 yıl boyunca yapılamaz. Bir işi yaparak ömrü tamamlamak artık mümkün değil. Zaten bu durum depresyonun ana kaynağı. İşte biz de 1. sınıf müfredatımızı o gerekliliklere göre hazırladık. Rektörlükten sonra mimarlık okuyacağım. Tasarımı çok seviyorum. 2 yıllık master’a bakar, o kadar. Başka bir şey değil. Türkiye olması da şart değil. Dünyanın hangi ülkesindeysem orada yaparım.