PLASTİK VE GERİ DÖNÜŞÜM YANGINLARI

Bir yandan orman yangınlarıyla içimiz kavrulurken, bir yandan da iki yıldır plastik ve geri dönüşüm tesislerinde alevler tütüyor. 2021’de neredeyse üç günde bir plastik tesisi yangını haberi çıkıyor karşımıza


 

29 Ağustos 2021, Söyleşi: Hasan Özhan Ünal, 1+1 express

 

 

Bir yandan orman yangınlarıyla içimiz kavrulurken, bir yandan da iki yıldır plastik ve geri dönüşüm tesislerinde alevler tütüyor. 2021’de neredeyse üç günde bir plastik tesisi yangını haberi çıkıyor karşımıza. Bu yangınlar nasıl çıkıyor, neden durmadan artıyor? Avrupa’nın birinci çöp ithalatçısı olmamızla yangınlar arasında bir ilişki var mı? Plastik tesisi yangınları havayı, suyu, toprağı, sağlığımızı nasıl etkiliyor? Mikroplastik Araştırma Grubu üyelerinden, Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi Sedat Gündoğdu'ya soruyoruz.

Ángel Mateo Charris, "Kelebek Etkisi" (2015)

 

Bir yandan dört bir yandaki orman yangınlarıyla yüreğimiz sıkışırken, bir yandan da plastik üretim ve geri dönüşüm fabrikalarında da birbiri ardına yangınlar meydana geliyor. Son örneğine Bursa’da tanık olduğumuz bu yangınların nedeni ne?

Sedat Gündoğdu: Bu tesislerdeki yangınların nedenleri konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz, çünkü şeffaflık yok. Normal şartlarda bu tarz yangınların nedenleri kamuoyuyla şeffaf bir şekilde paylaşılır ki, soruşturmalar derinlemesine yürütülsün ve sonuçta şaibeli bir husus kalmasın. Elde edilen sonuçlar kamu sağlığını ilgilendirdiği için kamuoyuyla, ilgili kurum ve kuruluşlarla, sivil toplum örgütleriyle paylaşılır, hatta sürece onlar da dahil edilir. Ama bizde öyle olmuyor.

Bizde süreç nasıl işliyor?

Bizde yangın haberlerde “korkutan yangın maddi hasara neden oldu”, “tesis küle döndü” gibi başlıklarla veriliyor. Soruşturmalar genelde itfaiye raporları üzerinden yürütülüyor, ama esasen bir soruşturma yapılmıyor. İtfaiye raporlarında “kaynak yapılırken sıçrayan kıvılcım”, “elektrik kontağından çıkan alev”, “bilinmeyen bir nedenle tutuşan madde”, “nedeni tespit edilemeyen şekilde ortaya çıkan yangın” gibi muğlak ifadeler yer alıyor. O yüzden yangınların nedenleri konusunda net bir şey söyleyemiyoruz. Fakat, yangınların çoğu tesislerin depo kısımlarında meydana geliyor ve bu konudaki haberlerde üç ana sebep dikkat çekiyor. Birincisi, kaynak yaparken sıçrayan kıvılcım nedeniyle çıkan yangınlar. Nedense hep deponun dibinde kaynak yapılıyor. Ben de kaynak yaptığım için kıvılcımın ne kadar sıçrayabileceğini az çok tahmin edebiliyorum! İkincisi, elektrik kontağı. Diğeri de “bilinmeyen bir neden”. Genelde jandarma ya da polisin yangının nedenleriyle ilgili soruşturma başlattığı da ifade ediliyor, ama soruşturmaların nasıl sonuçlandığına dair bir haber görmüyoruz. Çünkü haber değeri taşıyan sadece yangının kendisi.

Yangınların büyük bir kısmı kasıtlı. Tesisin bir tarafında toplanmış atıkların yandığına dair okuduğumuz haberler kasıtlı vakalardır. Bana sorarsanız yangın bir imha yöntemi olmuş.

Bilinmeyen neden”in ne olduğu soruşturma sonunda ortaya çıkıyor mu?

Ben hiç görmedim. Gördüğüm itfaiye raporlarında hep “şu kadar alan yandı, şöyle oldu, nedeni belli değil” deniyor. Sanki elde bir rapor olsun diye tutulmuş raporlar.

Yangınların çıkış nedenleriyle ilgili sizin kanaatiniz ne?

Birincisi ihmal. Yangın alarm sistemi ve yangın söndürme sistemi standarda uygun kurulmuyor. Ciddi firmalarda bu tür nedenlerle yangın çıkacak bir ortam olmaz. Ama onların da bazılarında ihmalden kaynaklanan yangınlar çıkabiliyor. İkincisiyse kasıt. Yangınların büyük bir kısmı kasıtlı. Tesisin bir tarafında toplanmış atıkların yandığına dair okuduğumuz haberler kasıtlı vakalardır. Bana sorarsanız yangın bir imha yöntemi olmuş. Üçüncüsü de kaza süsü vererek bilinçli yakma. Yerli veya yabancı çöp fark etmiyor, çöplerin imha edilmesi için kasıt var. Bir de geri dönüşüm prosesinden ortaya çıkan atıkların imha edilmesi gerekiyor. Burada da bir kasıt olduğunu düşünüyorum. Birkaç da kundaklama vakası var, ama bunlar iki-üç yıldaki vakaların yüzde 1’i bile değil. 150’den fazla yangının en fazla iki-üçü kundaklama. Ama onların failleri de ortaya çıkarılmış değil. İstanbul civarındaki bir tesiste çıkan yangını birileri Twitter hesaplarından üstlenmiş, “biz yaktık” demişlerdi. Ama sonra İçişleri Bakanlığı “alakası yok” diye açıklama yaptı.

https://birartibir.org/wp-content/uploads/antep-yangin.jpg27 Temmuz’da Antep’te tarım arazilerinin ortasında fiber malzemelerin tutuştuğu yangın saatlerce sürdü. (Fotoğraf: AA)

Mikroplastik Araştırma Grubu olarak bu yangınları haritalandırıyorsunuz. Bu çalışmaya ne zaman, nasıl başladınız?

Bu 2018’in sonunda, 2019 başında haritalamaya karar verdik. Haritayı bu sene oluşturduk, ama her yangın vakasının tüm detaylarıyla listesini tutuyorduk. Bu yangınlarla ilgili ABD ve İtalya’da yapılmış bazı çalışmaları okumuştum. O çalışmalarda ithalata konu olan atıkların ya da geri dönüşüm sektörünün atıkları yakarak bertaraf ettiğine dair güçlü şüpheler olduğu üzerinde duruluyordu. Interpol’ün atık ve çöp ticaretinin suç faaliyetine dönüşmesiyle ilgili raporunu hazırlayan sivil toplum kuruluşlarından birinin bir sunumunda da bu yangınlardan bahsediliyordu. Türkiye’den bir çevre mühendisi de bir konuşmamızda “Hocam, bu, Türk tipi atık bertaraf yöntemi” demiş, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde bilinçli yakılmış bir-iki vakayı örnek olarak anlatmıştı. Ben de bunun üzerine araştırmaya karar verdim. İnternetteki plastik geri dönüşüm atık yangın haberlerini derledim. Google’a bir uyarı sistemi kurdum ve harita için de kullandığımız veri setini oluşturdum. 2003’ten 2019’a yangın sayısı çok fazla değil, ama 2019’dan itibaren muazzam bir yükseliş var.

2016’da sekiz, 2017’de altı, 2018’de 15 adet yangın var. 2019’dan itibaren müthiş bir yükseliş gözlemliyoruz. 2019’da 33, 2020’de 65 adet plastik üretim ve geri dönüşüm tesisi yangını çıktı. 2021’deyse ağustos başına kadar bu sayı 78!

Veri seti hangi parametreleri içeriyor? İlginç bulduğunuz ne gibi tespitleriniz oldu?

Veri setinde yanan fabrikaların konumları, fabrikanın içeriği, yangın tarihi, daha doğrusu haberin tarihi mevcut. Plastik üretimi mi yapılıyor yoksa geri dönüşüm fabrikası mı, bu ayrım da var. Bir de yangının fabrikanın hangi bölümünde çıktığı yer alıyor. Ortaya ilginç sonuçlar çıktı. Yangınların büyük çoğunluğunun tesislerin depo kısmında çıktığını, yine çoğunun hafta sonu ve akşam saatlerinde meydana geldiğini fark ettim. Haber sitelerinin bu yangınları veriş biçimi de çok sorunlu. Birincisi, firma isimleri verilmiyor. Bari konumu düzgün yazılsa da biz de Google’dan bakıp hangi tesis olduğunu bulsak. Onu da düzgün vermiyorlar. Bariz bir sansür var. Yangınların izini sürebilmek için çok detaylı soruşturma yapmak lâzım. İtfaiye raporlarını bulacaksınız, tek tek inceleyeceksiniz. Yangın çıkmayan il kalmamış; Kars’tan Adana’ya, Diyarbakır’dan Edirne’ye her yerde tesisler yanıyor.

Belli bölgelerde yoğunlaşma var mı?

Manisa-Muradiye Organize Sanayi Bölgesi (OSB) sürekli yangın çıkan güzide sanayi bölgelerimizden biri. Bursa’da Yenikent Katı Atık Depolama Alanı ve Tesisi’nde yan yana üç yangın çıkmış. Mudanya OSB yangınların sık çıktığı bir yer. İstanbul’daki Dudullu OSB, İstanbul’da yine Eyüp ve Bayrampaşa civarında bir yoğunlaşma var. Tekirdağ-Ergene, Kocaeli-Kartepe var… Marmara bölgesinde büyük yoğunluk görülüyor. Yoğun olan başka bir yer Manisa. Samsun’da üç-dört yangın görüyoruz. Adana ve Osmaniye de listede. Sonuçta, üç gruptan bahsedebiliriz: Marmara, İzmir-Manisa ve Adana-Osmaniye bölgeleri.

https://birartibir.org/wp-content/uploads/harita-5ag%CC%86ustos.jpg
Plastik üretim ve geri dönüşüm yangınları (Kaynak: mikroplastik.org)

Yangınların yıllara göre dağılımı nasıl?

Araştırmamıza göre 2016’da sekiz, 2017’de altı, 2018’de 15 adet yangın var. 2019’dan itibaren, dediğim gibi, müthiş bir yükseliş gözlemliyoruz. 2019’da 33, 2020’de 65 adet plastik üretim ve geri dönüşüm tesisi yangını çıktı. 2021’deyse ağustos başına kadar bu sayı 78!

Yangınlar hızla artarken Türkiye Avrupa’dan en çok atık ithal eden ülke konumuna yükseliyor. Dünyada çöp ihracatı ve ithalatında genel tablo nasıl?

Dünyanın çöplerinin büyük bir kısmını Çin alıyordu, Çin’in domine ettiği bir alandı bu. 2013’ten itibaren atık ithalatını azaltacaklarına dair projeksiyonlar yayımlamaya başladılar. 2017’de, 2018’den itibaren atık ithal etmeyeceklerini ilan ettiler. 2018’in başında, Yeşil Kılıç adını verdikleri, bizim Çin Kılıcı dediğimiz bir kararla sınırlarını yabancı ülkelerin çöplerine kapattılar. Çoğunluğu ABD’den gelen çöplerdi bunlar. ABD’nin bütün çöpü Çin’e gidiyordu. İngiltere ve Almanya da Çin’in önemli çöp ihracatçılarıydı. Bu karar üzerine Çinli firmalar Vietnam, Kamboçya, Malezya, Singapur, Bangladeş gibi çevre ülkelere taşınmaya başladı. Hindistan hemen bunun önlemini aldı ve kontaminasyon seviyesi getirdi. Ona rağmen, Hindistan’a ciddi anlamda çöp gidiyor. Sonraki adres Türkiye oldu. Çinli firmaların bazılarının Türkiye’deki firmalarla ortaklık anlaşmaları yaptığı iddia ediliyor. Bazı firmalar da Afrika’ya taşındı. Çinli firmalar, ABD’nin çöpünü almak için Namibya, Kenya, Angola gibi Afrika’nın bazı ülkelerinde geri dönüşüm fabrikaları kuruyor. Angola’da, Kenya’da da ciddi geri dönüşüm yatırımları yapıyorlar. Afrika’dan bir aktivist Afrika’da birçok ülkede yeni kurulan bu tesislerin toplam kapasitesinin o ülkelerin 10 yılda üreteceği çöp miktarının çok çok üstünde olduğunu söylüyordu. Amaç ABD’nin çöpünü almak.

Dünyanın çöplerinin büyük bir kısmını Çin alıyordu, 2018’in başında, sınırlarını yabancı ülkelerin çöplerine kapattılar. Çinli firmalar çevre ülkelere taşınmaya başladı. Hindistan hemen bunun önlemini aldı. Ona rağmen, Hindistan’a ciddi anlamda çöp gidiyor. Sonraki adres Türkiye oldu.

Türkiye ise 2017’nin ortalarından itibaren Avrupa ülkelerinin ilk adresi oldu. 2018’de Avrupa’dan 450 bin ton atık alınıyordu. TÜİK ve Eurostat verilerine göre, 2019’a geldiğimizde atık ithalatı 600 bin tonlara, 2020’deyse 772 bin tona yükseldi, bunun 756 bini Avrupa’dandı. Böylece Türkiye Avrupa’nın çöpünün birinci alıcısı haline geldi. Bu süre zarfında çok ciddi yasadışı döküm ve yakım faaliyetleriyle karşılaşıldı. Üç-beş çuvaldan bahsetmiyoruz, söz konusu olan binlerce tonluk atık. Adana’da günlerce süren açık alan yangınları gördük. Bazı alanlarda insanlar bir ay boyunca pencerelerini açamadıklarını söylüyordu. Her gün iki kamyon döküp özellikle gece yakıyorlardı. Bazı yerlerde köylülerle anlaşarak üzerlerine toprak örtmüşler. Bu süre zarfında Çevre Bakanlığı yasadışı faaliyetleri, yani gelen çöplerin içerisinde ciddi miktarda kirli atık olduğunu görüyor, biliyordu. Ama ciddi bir sanayi baskısı söz konusu. Bakanlık atık ithalatında ufak ufak düzenlemeler yaptı, 2020 başında kota getirildi. Sonra kota düşürüldü, 2021’in başında karışık kodlu plastiklerin ithalatı yasaklandı. Buna rağmen atık ithalatı artmaya devam etti. 2021’in şubat ayında önceki yılın aynı ayına göre üç kat atık ithal edilmiş. Bu işin kontrol edilemediği görülünce ithal edilen plastiğin yüzde 74’üne denk gelen etilen polimer grubundaki atıkların ithaline yasak getirildi. Sonra yasak geri çekildi, ama kontaminasyon seviyesi konularak de facto yasağa dönüştürüldü. Bu geri adım nedeniyle lobi faaliyetlerine boyun eğildiği algısı doğdu.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 18 Mayıs’ta getirdiği etilen polimer tipteki plastik atıkların ithalatının yasaklanması kararından niye hemen döndü? Şu an durum ne?

Bakanlık 2 Temmuz’da yürürlüğe giren bir yasak getirmişti. Altı gün sonra geri adım anlamına gelen bir karar alarak, yasayı geri çekti. Etilen polimer tipteki plastiklerin ithal edilmesini serbest bıraktı. Ama bakanlık şöyle bir şey de yaptı, 18 Mayıs’ta yasakladığı kararla beraber ilan ettiği bir de yönetmelik vardı. O yeni yönetmelikte yüzde 1 kontaminasyon seviyesi belirlendi. Bu, yüz birimlik bir malzeme getiriyorsan en fazla bir birimi getirdiğin malzemenin dışında bir şeyler içerebilir anlamına geliyor. Biz bu yüzden buna fiili yasak diyoruz. Yüzde 1 kontaminasyon seviyesinin olduğu ülkelerde, neredeyse atık ithalatı yapılamıyor, imkânsıza yakın. Ancak çok endüstriyel özellikteki atıkların, mesela endüstriyel polimerlerin ithalatı olabiliyor. Ama onun da zaten müşterisi var, kolay kolay Türkiye’ye göndermiyorlar ve pahalı. Bakanlık bir teminat koydu: ton başına 100 lira. İthal etmek isteyen teminat yatırmak zorunda. Eğer ithalatta şüpheli, şaibeli, yasadışı, yanlış beyan veya cezai yaptırım gerektiren bir durum görülürse o paraya el konuyor. Bu ikisini birlikte düşündüğümüzde de facto yasak anlamına geliyor.

2018’de Avrupa’dan 450 bin ton atık alınıyordu. 2019’da atık ithalatı 600 bin tonlara, 2020’deyse 772 bin tona yükseldi. Türkiye Avrupa’nın çöpünün birinci alıcısı haline geldi. Bu esnada çok ciddi yasadışı döküm ve yakım faaliyetleriyle karşılaşıldı. Üç-beş çuvaldan bahsetmiyoruz, söz konusu olan binlerce tonluk atık.

Yasaklama denetle” diye hashtag açıp, 2 milyon liraya yakın lobi parası yatıran firmalar yüzde 1 kontaminasyona ve teminata itiraz ediyor. Daha önce de “biz hammadde ithal ediyoruz, bunlar bizim hammaddemizdi, bunların hepsini dönüştürüyorduk” diyorlardı. Hammadde dediğin, adı üstünde, ham olan madde. Madem hammaddeydi, o zaman niye yüzde 1 kontaminasyon seviyesine itiraz ediyorlar? Diyorlar ki, “yüzde 1 kontaminasyon seviyesinde malı hiçbir yerden bulamazsınız”. Demek ki bunun bir kısmı çöp. “Yüzde kaç olması lâzım” diye soruyorsunuz, onu da söylemiyorlar. İyi de, bir kontaminasyon seviyesi olması, bir sınır konulması lâzım. Facebook’ta ithal çöp satma grupları var. Hammadde dediğiniz şey Facebook’ta satılır mı! Olay böyle yürüyor, merdiven altı ticareti bu. Gelen çöpün, atığın yüzde kaçının kontamine veya beyan edildiğinden farklı olduğu bilinmiyor. Tespit edilmesi de güç. O yüzden “denetimi imkânsız” diyoruz.

Bu merdiven altı ticaret yapan firmaların sayısı belli mi?

Biliyorsunuz, Türkiye’de veri yok. En büyük problemimiz o. İki-üç yıl önceye ait veriler var. Zaten olay da üç yıl önce başladı. Üç yılda mantar gibi türediler, büyük fırtınalar koptu. Bin 350 tane ithalat lisansı olan firma var. Bunu söyleyen, yasağın kalkmasını isteyen firma temsilcileri. Hepsinin lisanslarının tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini de söylüyorlar. Hatta Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı’nın (PAGEV) başkanı bunlardan bin tanesinin lisansının iptal edilmesi gerektiğini söylemişti. “Önüne gelene lisans, önüne gelene teşvik verdiniz” diyordu. Ama bu firmaların hangileri olduğunu biz bilmiyoruz. Geçtiğimiz yıl, bu teşviklerden faydalanan 2B Plast adlı bir şirket, Düzce’de çok büyük bir tesis kurduğu (kâğıt üzerinde olma ihtimali yüksek) haberi çıkmıştı. CHP’li vekil Murat Bakan da ilgilenmişti konuyla. Almanya’da 3B adlı firma var. 3B Almanya’da geri dönüştüreceğim diye alıyor çöpleri, evsel atıkları ve Türkiye’ye, 2B’ye gönderiyor. Bu arada, fiziki olarak 2B Plast diye bir şirket yok. Bir depo var sadece, içinde makine var mı yok mu bilinmiyor. Almanya Çevre Bakanlığı’ndan müfettişler gelip denetliyormuş. Onlara da rüşvet yedirildiğinden şüpheleniliyor. 2020’nin Kasım ayında şirket ortadan kayboluyor. Ona rağmen Şubat 2021’e kadar Almanya çöp göndermeye devam etmiş.

https://birartibir.org/wp-content/uploads/dalaman-yangin.jpgMuğla Dalaman’da 25 Haziran’da MOPAK kâğıt fabrikasının plastik atık bölümünde çıkan yangın orman ve tarım arazilerine sıçramış, üç hektarlık alan kül olmuştu.

Lisansların gündeme gelmesinin bu tesislerdeki yangınların çıkmasında etkisi var mıdır?

Olabilir. Bir kısmının yakılması söz konusu olabilir. Sonuçta hiçbir şartı sağlamıyorlar. Bunlara tesis dediğime bakmayın. Bunlar tesis filan değil. Büyük çoğunluğu bildiğiniz derme çatma barakalar. Standart bir yapıları yok. Toplama-ayırma tesisi olan da var, geri dönüşüm tesisi olan da. Dört tane oluklu sacla kapatılmış, iki tane konteyner konmuş, çoğunluğu sığınmacı veya mültecilerin çalıştırıldığı alanlardan bahsediyoruz. Mesela Adana’da en son yanan yer, iki plastik firmasına ait görünüyor. Ama plastik firmalarından biri geçtiğimiz yıl bakanlık tarafından çok fazla atık getirdiği için ceza yemiş. Bilinçli yakılıyor diye düşünmeden edemiyor insan. Atık ithalatı durursa yangınların sayısında azalma olabilir diye bekliyoruz, lisans iptali olursa yangınların sayısı artabilir.

Belediyeler çöpleri ayırarak toplamadıkları için çöpün ne kadarının plastik ne kadarının organik olduğunu bilemiyoruz. Çoğu şehirde belediyeler atık işini ihale etmiş, büyük firmalar yapıyor. 2018’de 32 milyon ton belediye çöpü üretmişiz. Bu miktarın 2020’de 35 milyon tonu geçtiğini tahmin ediyorum.

İthal çöp miktarı bu kadar yükselirken Türkiye’nin kendi plastik çöpünde de bir artış var mı?

Türkiye’de belediyeler çöpleri ayırarak toplamadıkları için ortaya çıkan çöpün ne kadarının plastik ne kadarının organik olduğunu bilemiyoruz, öğrenemiyoruz. Çoğu şehirde belediyeler atık işini ihale etmiş, büyük firmalar yapıyor. Onlar da veri yayımlamıyor. Belediye toplam miktar yayımlıyor. Onlardan sözde enerji üretiyorlar, ama kalanını ne yaptıklarını bilmiyoruz. Ama miktar arttı. 2018’de 32 milyon ton belediye çöpü üretmişiz. Bu miktarın 2020’de 35 milyon tonu geçtiğini tahmin ediyorum. 2021’de daha fazla olacağını söylemek yanlış olmaz. Zaten atık azaltacak herhangi strateji bulunmuyor.

Plastik tesislerindeki yangınların doğaya etkisi nasıl?

Çok ciddi bir ekolojik kayıp ve zarar var. Plastik malzeme yandığında çok ciddi miktarda toksik gaz salınıyor. Sadece plastik de değil, başka şeyler de yanıyor muhtemelen, ama ne yandığını bilmiyoruz. Birinden numune alınıp incelenmiş mi bilmiyorum, hiç duymadım. Muğla’da Dalaman Kent Konseyi bir girişimde bulundu. 25 Haziran’da Dalaman’da çıkan yangının ardından yaptıkları araştırmalar neticesinde, karbonmonoksit, hidroklorik asit, hidrojen siyanür ve azot oksitlerin dumanla birlikte havaya karıştıklarını belirttiler. Fakat bunların ölçümleri yapılırken kansere neden olan en tehlikeli dioksin maddesinin ölçümünün yapılmadığını aktardılar. Bir de ciddi karbondioksit salımı söz konusu. Her yangında en az 100-150 ton plastik yanıyor. Ufak çaplı yangınlarda bile böyle. Bu miktar 400-500 tona çıkabiliyor. Her bir ton plastik, bir ton karbondioksit salımı demek. Bu da etrafa ciddi bir ağır metal salımı demek. Ağır metal var, kalıcı organik kirleticiler var, yüksek derecede kanserojen olan, sonsuza kadar kalan kimyasallar var. Birbirine dönüşebilen, yani bir formdan başka bir forma dönüşen kirleticiler var. Bunların toprağa, suya, içme suyuna karışma ihtimalleri var. Ciddi bir eko-kırım gerçekleşiyor. İki-üç gün söndürülemiyor yangınlar. Muğla Dalaman’daki yangında insanlar bir hafta boyunca nefes alamadılar. Yangının nedeninin iyice araştırılması ve sorumlularının yargılanması lâzım. Cezasızlık politikası bunların sorumlularına rahatlık veriyor. “Ne de olsa hesabı sorulmayacak” diye düşünüyorlar. Hiç yapılmayan denetimi, bir gün çıkarttığınız yasayla bir anda gerçekleştiremezsiniz. Denetleme dediğimiz fiziki bir mekanizma. Bu mekanizmanın gerçekleşebilmesi için insan gücü, liyakat ve birbiriyle iç içe geçmemiş farklı, bağımsız denetleyici yapılar olması lâzım. Ancak ne yazık ki durum böyle değil. O yüzden denetlenmesi mümkün değil. Denetlemeden ziyade sıkı yasaklar ve yaptırımlardan yanayım. Denetleme talep edilmez, olağan devlet mekanizmasında denetlemenin zaten olması gerek. Bu durum halk sağlığı açısından da çevre açısından da tehdit. Yedi jenerasyonu etkileyecek kimyasallar salınıyor yangınlarla.

Her yangında en az 100-150 ton plastik yanıyor. Ufak çaplı yangınlarda bile böyle. Bu miktar 400-500 tona çıkabiliyor. Bu da ciddi bir karbondioksit, ağır metal salımı demek. Kalıcı organik kirleticiler var, yüksek derecede kanserojen olan, sonsuza kadar kalan kimyasallar var. Bunların toprağa, suya, içme suyuna karışma ihtimalleri var. Ciddi bir eko-kırım!

Bu yangınların orman yangınlarına yol açtığı da oluyor mu?

Muğla’da yanan bir tesis orman yangınına neden olmuştu. Daha önce de birkaç farklı yerde bu tarz tesislerin orman alanlarının içinde olması nedeniyle bu durum yaşanmıştı. 12 Nisan 2020’de İzmir Bornova’daki bir tesis de orman alanının içindeydi, tüm ağaçlık alan yanmıştı. Adana Küçükdikili’de 5 Haziran’da çıkan yangında etraftaki tüm sera alanları, tarımsal alanlar yanmıştı. Plastik fabrikası tarımsal alanın ortasına yerleştirilmiş, böyle bir şey olamaz! En ufak bir kazada besin zinciriyle oradaki tüm tarımsal üretim zehirleniyor, bu kalıcı hale geliyor ve sofraya ulaşarak insan sağlığını tehdit ediyor. Orman alanının içindeyse oradaki yaban hayatı için ciddi bir tehdit söz konusu. Yangında salınan gazlar çöktüğünde genotoksik etkilere neden oluyor. Sadece o da değil, su kaynağının yakınında olduğunu düşünelim: Yangın söndürülüyor, ortaya çıkan söndürme suyu olduğu gibi su kaynaklarına akıyor. Birkaç yerde doğrudan nehre boşaldığını gördük. Manisa’daki bir yangın söndürülürken su tamamen dereye akmış. O dere muhtemelen Menderes’e kadar veya etraftaki bir göle gidiyordur. Kül, ortaya çıkan ağır metaller, kalıcı organik kirleticiler hepsi o ekosisteme dahil oluyor. Bu, kitlesel bir kirlilik patlaması olarak nitelendirilebilir. Bu tür yangınlarda ortaya çıkan suyun toplanacağı toplama havuzunun olması gerek, ama şu ana kadar bunu yapmış bir firma duymadım. OSB’lerde su direkt kanalizasyona akıyor. Kanalizasyondan atık arıtma tesisine gidiyor, arıtma tesislerinin halini biliyoruz, Marmara’daki müsilajda gördük. Bazı yerlerde bu su sulamada kullanılıyor. Kirleticiyi öyle geniş bir alana yayıyoruz ki, tekrar toplama imkânı yok.

Geri dönüşümden kalan materyallere ne oluyor?

İki tür atık söz konusu. Birincisi zaten kullanılamaz halde olanlar. İkincisiyse geri dönüştürülebilir olanlardan ortaya çıkan proses atıklar. Bunlara “bakiye atık” diyorlar. Hiçbiri “çöp” değil, hepsine güzel güzel isimler veriliyor! Henüz görmedik ama, bundan enerji üretiyorlarmış. Öyle bir şey olsaydı zaten reklamını yaparlardı. Bu tesislerin yakınındaki atık su arıtma tesislerinin girişi plastik sanayiciliğinden kaynaklı mikro boyutlu plastiklerden dolayı tıkanıyor. İki milyon kişiye hizmet eden atık su arıtma tesisinin girişinin tıkandığını düşünün, bunu bizzat gördüm. Atık su arıtma tesisi de bunları arıtamıyor haliyle, olduğu gibi nehirlere akıyor. Hatta girişte bulunan kaba mazgallarda tuttukları çöpleri götürüp depolama alanlarına gömüyor belediyeler. Para kazanacaklar diye depolama alanlarında çöp ithalatçılarının atıklarının gömülmesi gibi bir durum söz konusu.

Yangınların “sıradanlaştırıldığını” söylüyordunuz bir köşe yazınızda, bunu açabilir misiniz? Çevre ve ekoloji örgütlerinin bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Normalleştirilmeden kastım “tesistir yanar” algısı. Birincisi, bu tesislerin yanıcı olduğunu biliyoruz. Yüksek derecede yanıcı malzeme içeriyorlar. Yangın çıkıyor, söndürülüyor, “Allah’a şükür can kaybı yok” deniyor. Olay can kaybına ve maddi hasara indirgeniyor. Hiçbirinde etkin soruşturma yapılmıyor. Bir yanıcı maddeden para kazananlar varsa, onun yanmasını engellemekle yükümlüdür. Yangın risk analizi onun için yapılıyor. Bunun önlenmesi için direktifler, yönergeler var. Soruşturma yapılmaz, sorumlular cezalandırılmazsa yangın sıradan bir vaka haline geliyor ve Türkiye haritası üzerinde dağılmış o “alev topu” işaretlerini görüyoruz.

Adana’da haziranda çıkan yangında etraftaki tüm tarımsal alan yandı. Plastik fabrikası tarımsal alanın ortasına yerleştirilmiş! Besin zinciriyle tüm tarımsal üretim zehirleniyor ve sofraya ulaşarak insan sağlığını tehdit ediyor. Bu tarz yangınların olduğu, geri dönüşüm tesislerinin yoğunlaştığı alanlarda tavuk yumurtalarında ciddi zehirli kimyasal birikim tespit edildi.

Sivil toplum kuruluşları da konunun önemini tam kavrayamamış görünüyor. Türkiye gibi çok çeşitli düzeylerde ciddi çevre sorunlarının yaşandığı ülkelerde bazı alanlara takılıp kalınabiliyor. Bu yangınlar hava kalitesinde çok ciddi düşüşe neden oluyor. Mesela Adana’da havaalanının olduğu bölgede sanayi sitesi var; metal sanayi, organize sanayi, plastik sanayiye çok yakın. Adana’ya dışarıdan gelenlerin ilk fark ettiği şey o kesif koku. Çünkü bu tesislerin önünde büyük, mangal gibi ocakları var. Bunların içinde bakır telini ayrıştırmak için sürekli plastiği yakıyorlar. Öyle böyle değil. Çok zehirli gazlar söz konusu. Şu ana kadar bu yangınların mahiyetini araştıran, soruşturan bir girişim görmedim. Ben böyle bir haritalama yapmasam belki farkına bile varılmayacaktı. Sosyal medyada aktif birkaç grup bununla ilgili paylaşımlarda bulunuyor, onun dışında kulağıma bir şey gelmedi. Evet, birçok sorunumuz var, ama bu da bir sorun. Sivil toplum örgütleri de bu yüzden var. Yurtdışında bu tür vakaların yaşandığı yerlerin çevresindeki gıdalar sivil toplum örgütlerince toplanıp, analiz ediliyor. IPEN (International Pollutants Elimination Network, Uluslararası Kirleticileri Bertaraf Etme Ağı) son raporunda bu tarz yangınların olduğu, geri dönüşüm tesislerinin yoğunlaştığı alanlarda özellikle tavuk yumurtalarında ciddi zehirli kimyasal birikimi olduğunu tespit etti. Türkiye’de kamuoyu yeni yeni farkına varıyor.

Pet şişe su bir lira, cam şişe su beş lira! Peki, niye suyu şişeden içiyoruz? Çeşme suyu niye içilebilir kalitede değil? Tüm dünyada belediyeler içilebilir çeşme suyu sağlıyor. Bizim de sağlamamız lâzım. Türkiye’de yılda dokuz milyar adet pet şişe tüketiliyor.

Geçtiğimiz haftalarda buradaki yangınların bir benzerinin Almanya’da, Leverkusen’de meydana geldiğini hatırlattınız. Oradan çıkarabileceğimiz dersler olur mu?

Dalaman ve Leverkusen örnekleri birebir örtüşüyor. İkisi de şehre çok yakın. İkisinde de çok zehirli kimyasallar yanmış. İkisinde de uzun süreli yangın ve sızıntı gerçekleşmiş. Ama Dalaman’da vatandaşa “evden çıkmayın” uyarısı yapılmamış. Leverkusen’deyse patlama olduğu anda uyarılar geçilmeye başlamış. İnsanlara “mümkün olduğunca musluk suyu içmeyin, bahçenizdeki ürünleri toplayıp yemeyin, dışarıya maskesiz çıkmayın, ventilli maske kullanın” gibi uyarılar yapılmış. Şehir merkezlerine yakın noktalarda böyle tesisler kurmanın akla yatkın olmadığını gördük. Şimdi İstanbul’un göbeğindeki Eyüp’e atık yakma ve enerji üretim tesisi kuruluyor. Ortaya çıkacak kül, duman filtrelemeyle sınırlandırılabilecek bir şey değil. En ufak bir operasyonel hata patlamaya neden olabilir. Patlama bir kere olur! 20 yıl çalıştı diyelim, 28’inci yılda patladığında geri dönüşü olmaz. Bu tesisler kurulacaksa, çok özel bölgelere kurulmalı, çok sıkı denetimler olmalı, raporlamalar şeffaf yapılmalı ve zehirli gaz salma potansiyeli olanların kamuoyuna açık bir şekilde ilan edilmesi gerekir.

https://birartibir.org/wp-content/uploads/konya-geri-donusum-yangin.jpgKonya Karatay’da Marangozlar Sanayi Sitesi’ndeki bir geri dönüşüm deposunda 5 Temmuz’da çıkan yangın. (Fotoğraf: DHA)

Orman yangınlarının da gösterdiği gibi iklim krizinin sınırlardan içeri girdiğini deneyimliyoruz. Doğayı içine soktuğumuz bu krizden çıkarmanın yolları nelerden geçiyor?

Bu, bir öneriyle çözülebilecek bir mesele değil. Sihirli bir değnekle çözülebilecek bir şey de değil. Bütünsel bir yaklaşım lâzım. Tüketim alışkanlıkları, üretim alışkanlıkları tamamen değişmeli, büyümeye endeksli ekonomik anlayış terk edilmeli. Plastik kirliliği açısındansa özellikle tek kullanımlık plastiklerin üretiminin azaltılması lâzım. Başka türlü olmaz. Sahillerde toplanan çöplerin yüzde 70-80’i, hatta bazı yerlerde yüzde 90’a kadarı tek kullanımlık plastiklerden oluşuyor. Depozito uygulama sistemi geliştirilmeli. Bu tarz atık yönetiminin, çok komplike olması nedeniyle farklı çözüm yöntemleriyle bütünsel bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Yani kaynağında atık azaltma, oluşan atığın geri kazanımı ya da tekrar kullanım alternatiflerinin ortaya konması önemli adımlardan biri olabilir. Plastik üretimindeki artış bu hızla devam ederse önümüzdeki 30 yılda plastik üretiminden kaynaklı sera gazı salımı, enerji kaynağı olarak kullanılmayan fosil yakıt kalemleri içerisinde ciddi bir boyuta ulaşacak. Toplam sera gazı emisyonunun yaklaşık yüzde 20’sinin plastik üretiminden kaynaklanacağına dair tahminler var. Bu da toplam çöp üretimini ciddi miktarda artıracak. Her yıl denizlere 20 milyon tona yakın plastik çöp akıyor, tüm dünyada yılda 200 ila 300 milyon ton arasında plastik çöp üretiliyor. Bu çok ciddi bir miktar. Bunun azaltılması için kaynağını, yani musluğu kapatmamız lâzım. Plastik üretiminin kısıtlanması gerekiyor. Ucuz ve avantajlı olabilir, ama gezegenimiz bu kadar ucuz ve tek kullanımlık kültürü besleyecek kapasitede değil. Bu hoyratlıktan vazgeçmemiz gerek.

Türkiye Avrupa’dan en fazla atık ithal eden ülke olmakla övünüyor. Ama aynı zamanda Akdeniz’i plastikle en çok kirleten ülke de Türkiye. Bunun övülecek bir tarafı yok, aksine, utanılacak bir şey.

Kime ne görev düşüyor?

Düzenleme ve denetleme mekanizması devletin asli görevi. Denetlemesini talep etmek bile abes. Şirketlerin yeni yeni plastik türleri bulmaktan vazgeçmeleri lâzım. Bizim bu büyümeyi terk etmemiz şart. Endüstriyel büyümeden vazgeçmeli, aksine küçülmeliyiz. Plastik üretimini azaltmamız lâzım. Üretilen plastiklerin içerisine envai çeşit kimyasal koyulmasından vazgeçilmeli, mümkün olduğunca tekrar kullanıma uygun plastikler üretilmeli. Bireysel olarak da bu baskıyı oluşturmamız, böyle bir talep geliştirmemiz gerekiyor. Bu sesi yükseltirsek, üçüncü bir yol olduğunu göstermiş oluruz. Değişimi sağlayan farkındalıktır. Talep oluşturursan şikâyet etme hakkın da olur, ama bir talebin olmazsa şikâyetin hiçbir anlamı yok. Kişi o talebi yaşam tarzını değiştirerek de yapabilir. Diğer yandan, plastiksiz bir hayat planlıyorsun, ama endüstri sana imkân tanımıyor, her şeye plastiğe koyuyor. Alternatifine yöneliyorsun, o da katbekat pahalı. Pet şişe su bir lira, cam şişe su beş lira! Peki, niye suyu şişeden içiyoruz? Çeşme suyu niye içilebilir kalitede değil? Tüm dünyada belediyeler içilebilir çeşme suyu sağlıyor. Bizim de sağlamamız lâzım. Türkiye’de yılda dokuz milyar adet pet şişe tüketiliyor. Çok ciddi bir sayı bu. İçilebilir çeşme suyu talep etmemiz lâzım. Türkiye Avrupa’dan en fazla atık ithal eden ülke olmakla övünüyor. Ama aynı zamanda Akdeniz’i plastikle en çok kirleten ülke de Türkiye. Bunun övülecek bir tarafı yok, aksine, utanılacak bir şey. Herkesin şapkayı önüne koyması lâzım. Türkiye’nin böyle bir birinciliğe ihtiyacı var mı?