Mimarlar Odası'ndan Yerel Seçimler için Rapor

 

Yerel seçimlere birkaç gün kala, Mimarlar Odası’nın, demokratik ve katılımcı bir yerel yönetim anlayışı doğrultusunda Ocak ayında hazırlamış olduğu “2014 Yerel Seçimlerine Doğru Politikalar, Değerlendirmeler, Öneriler” raporundan bazı alıntılara yer vermeyi uygun bulduk.  

Başlangıcında MEVCUT DURUMUN DEĞERLENDİRMESİNİN yapıldığı raporda;

►KENTLEŞME POLİTİKALARI başlığı altında “Kentsel Politikalar”, “Kente Göç ve Yoksulluk”, “Planlama”, “Kentsel Kimlik” ve “Kentsel Hizmetler” alt başlıklarına;

► KENTLERİN FİZİKİ YAPILARI başlığı altında “Kentleşme / Kentsel Dönüşüm / Kentsel Yenileme”, “Konut Üretimi ve TOKİ Uygulamaları”, “Ulaşım Politikaları”, “Afet Politikası ve Afet Yönetimi”, “Doğal ve Yapılaşmış Çevre”, “Kültürel Mirasın Korunması ve Değerlendirilmesi”, “Kentlerdeki Özürlüler ve Engeller” ve “Kentsel Sağlık” alt başlıklarına ve

 ►KENTSEL YAŞAM VE MİMARLIK konularındaki görüş, değerlendirme ve önerilere yer verilmekte.

Raporun YEREL YÖNETİM ANLAYIŞI başlıklı son bölümünde ise,

●Demokratik Kent Yönetimi

● Katılımcı kent yönetimi

● Yerel yönetimlerde teknik eleman istihdamı

●Yolsuzluk

●Kente karşı işlenen suçlar

● Kent Güvenliği

başlıkları yer almakta.

Rapor’da kent yönetiminde demokrasi konusunda,  “Temsili demokrasinin yetersizliği, kentli ve mahalle örgütlenmelerinin artmasını ve katılımcılığın bir ilke olarak geliştirilmesini gerekli kılmıştır. Yönetim yetki ve sorumluluğunun yerele geçmesiyle demokrasinin “Toplumun toplum tarafından, toplum için yönetimi” tanımı öne çıkmakta ve “temsil edilme”, “yönetime katılma” ve “denetleme” üzerine kurgulanmaktadır. Toplum kendini temsil edenleri özgürce seçebiliyorsa, karar verme ve uygulama süreçlerine etkin olarak katılabiliyorsa ve kendini yönetmek için seçtiği organları denetleyebiliyorsa bir kentsel demokrasiden söz edilebilir.” denmektedir.

Kent yönetiminde katılımcılığın sağlanabilmesi için Avrupa Kentsel Şartı’nda yer alan kurallara atıfta bulunulmakta:

Avrupa Kentsel Şartı halkın tüm kentsel mekanizmalara tam ve etkin katılmasını öngörmekte ve bu bağlamda yerel yönetimlerin uyması gerekli kuralları şöyle sıralamaktadır:

  • Kent yönetimi, kente ilişkin kararlardan etkilenecek kişilere, bu kararların duyurulması ve aynı zamanda kişilere konu hakkında fikir beyan etme hakkı tanınarak, karar verme süreçlerine faal olarak katılabilmelerinin sağlanmasıyla gerçekleşmelidir.
  • Bunun için yerel gönüllü kuruluşların varlığının tanınması, yerel politik yaşamda halk katılımının kurumsallaştırılması gerekmektedir.
  • Yerel demokrasinin kökleri halktır. Halk, toplumu yönetmek ve planlamak için alınan kararlarda, yerel kamu yöneticilerinin ve seçilmiş temsilcilerin ortaklarıdır. Bu nedenle, halk kendine düşen görevleri yerine getirebilmek için, görevliler ve seçilmiş temsilciler tarafından uygulanacak tüm kararlardan haberdar olmalıdır.
  • Kent çevresini etkileyecek tüm projeler, seçilmiş temsilciler, ihtiyaç sahipleri ve halk tarafından inceleme ve denetlemeye açık olmalıdır.
  • Öncelikler hakkında karar vermek ve öneriler geliştirmek, tek bir mesleğe, tek bir birime veya şansa bırakılamaz. Bu ve benzeri kararlar, kentin özelliklerini, potansiyelini, aktivitelerini, gelişme kapasitelerini ve kaynaklarını kapsayacak bilgileri içeren ve belirli aralıklarla yenilenerek güncelleştirilen araştırmalara dayandırılmalıdır.”

Bu kurallar yaşadığımız gerçeklikle karşılaştırılınca,  kentsel demokrasiden ne kadar uzak olduğumuzu, ülke genelinde olduğu gibi yerel yönetim uygulamalarında da sadece “oy çokluğuna” dayandırılan bir “demokrasi” anlayışının günümüzde ne kadar yetersiz hale geldiğini bir kez daha bizlere göstermektedir.

Genel bir sorun olarak ortaya çıkan “Yolsuzluk” sorunu ise gerek kentsel demokrasinin işlememesi gerekse denetimsizlik nedenleriyle yerel yönetimlerin de ciddi bir sorunu olarak ortaya çıkmaktadır:

“İçişleri Bakanlığı kaynaklarına göre, son 7 yıldan seçilen örnek dosyalar gözönüne alındığında, belediyelere yönelik yolsuzluk soruşturma konularının başında imar izinleri gelmektedir. Soruşturmaların % 40'ı imar, % 23'ü ihale ve % 11'i personel işlemleri konusunda yapılmıştır. Yapılan yargılamalarda yolsuzluk iddialarının çoğu beraatla sonuçlanmıştır. İmar eylemlerinin yolsuzluk iddialarında ilk sırada bulunması, kent topraklarından elde edilen haksız rantların oluşumu ve paylaşımındaki hukuk ve ahlak dışı davranışları işaret etmektedir.”

Kente karşı işlenen suçlarla ilgili olarak şunlara yer verilmektedir: “ Kentlerimizde bilime ve hukuka aykırı, yöre sakinlerinin taleplerini gözardı eden, toplumla paylaşılmadan ve gerekli mutabakatlar aranmadan, belli gurupların çıkarları doğrultusunda gerçekleştirilen eylemler kente karşı işlenen suç olarak nitelendirilmelidir. Bu suçların giderek çoğalması, kimi hallerde doğal ve kültürel değerleri yok sayarak kent kimliğini tehdit eden boyutlara kavuşması, kuralsızlığın kural haline gelmesi gibi çok vahim bir sonucu da beraberinde getirmektedir….Kente karşı işlenen suçların sadece yerel yönetimler eliyle gerçekleştiğini söylemek haksızlık olur. Özelleştirme nedeniyle yapılan uygulamalar, Bakanlık, TOKİ gibi idarelerin kendilerine özgü mekân planlama süreçleri, orman yağmasına yol açan 2B ve özel orman alanları vb. yoluyla yapılan ayrıcalıklı imar alanları uygulamaları da kentsel suç niteliğindedir. Bu mekanizmanın en şaşılası yönü, bu süreçlere ortak edilmeyen yerel yönetimlerin planlama, projelendirme ve uygulama süreçlerine karşı çıkmamaları, oluşumunda yer almadıkları kent suçlarına bu kez ortak olmalarıdır.”

Mimarlar Odası “Son Söz” olarak, tüketim ve rant alanı haline dönüştürülen ve kentsel değerleri küresel sermayenin hizmetine sunan anlayışların durdurulması gerektiğine işaret ederek şunları söylemektedir:

“…Kentlerin yeniden üretici niteliğinin öne çıkarıldığı, bir kültürel üretim alanı olarak kimlikli ve yaşanabilir bir niteliğe kavuşması, yerel yönetimlerin de bu temel anlayışa uygun bir şekilde organize olmaları ve demokratikleşmeleri gerektirmektedir. Bu öngörünün temel ekseninde, kent topraklarının kamusal ihtiyaçlara uygun ve toplum (kentliler) yararına kullanılması gerekliliği bulunmaktadır. Ekonomik, toplumsal, kültürel ve çevresel bütün sorunlar, ortak geleceğin ancak bu düşünce ekseninde yaşanabilir olacağını bize göstermektedir.”

Geçtiğimiz yıl mayıs-Haziran aylarında Taksim Gezi Parkı’nda yaşananlarla başlayan süreç ülkemizde kentsel ve doğal değerlerimize, giderek yaşamımıza müdahale eden baskıcı ve otoriter yapılara karşı toplumda bir hoşnutsuzluğun ve itirazın olduğunu göstermiştir. Önümüzdeki 30 Mart yerel seçimlerinde kent yönetimlerinde demokratik ve katılımcı bir anlayıştan, özgürlükten ve barıştan yana alınacak tavır çok önemlidir; ancak bu hedeflere ulaşmak için önümüzde çok daha uzun bir yolun olduğu, uzun soluklu ve örgütlü uğraşlar ve çalışmalar gerektiği de açıktır.

Mimarlar Odası’nın Raporunun tamamına aşağıdaki adresten ulaşılabilmektedir:

 http://www.mo.org.tr/_docs/yyeni.pdf