AB: Çevre alanında idari kapasite zayıfladı

AB İlerleme Raporu’nda, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliğinde yapılan değişikliklerle birçok altyapı projesinin çevresel etki değerlendirmesi kapsamı dışına çıkartılmasına dikkat çekildi. 16 Ekim 2013 tarihli Rapor’un “Çevre ve İklim Değişikliği” ile ilgili Bölümü’nde, ilave istisnalar getirilerek Karadeniz ve Akdeniz kıyısındaki nükleer santrallar, küçük hidroelektrik santralları, 3. Boğaz köprüsü ve İstanbul’a yapılacak yeni havaalanı gibi büyük projelerin ÇED kapsamı dışına alındığı belirtildi.3 Ekim 2013 ‘de yayımlanan ÇED Yönetmeliği’ne,  “23/6/1997 tarihinden önce kamu yatırım programına alınmış olup; 29/5/2013 tarihi itibariyle planlama aşaması geçmiş ve ihale süreci başlamış olan veya üretim veya işletmeye başlamış olan projeler ile bunların gerçekleştirilmesi için zorunlu olan yapı ve tesisler Çevresel Etki Değerlendirmesi kapsamı dışındadır.” şeklinde geçici madde eklenerek birçok tartışmalı projenin ÇED kapsamı dışına alınması sağlanmıştı.Aynı Bölüm’de idari yapı konusunda dikkat çekici saptamalar ar. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 2011 yılında ikiye bölünmesi ve yeni oluşturulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bünyesindeki ilave reorganizasyonlar sonucunda,  Türkiye'nin güçlü çevre ve iklim politikaları yürütebilmesi için gerekli olan idari kapasitesinin önemli ölçüde zayıflatıldığı belirtildi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı içerisinde, çevre ve kalkınma gündemleri arasında hala bir denge kurulamadığından söz edilerek, uzmanlık birimlerinde yetkinlik/yeterlilik kaybına neden olduğundan personelin çok hızlı bir şekilde değiştirilmesinin endişe verici olduğu; taşra teşkilatının çevre yönetimi alanındaki yeterliliği konusunda, özellikle denetim, gözlemleme ve izinler açısından kaygılar olduğu eklendi. Çevre ve iklim değişikliği alanındaki sorumluluklar konusunda muhtelif kurumlar arasındaki işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi için ilave çaba gösterilmesine ihtiyaç duyulduğu dile getirildi.Hava ve su kalitesi, atık yönetimi, endüstriyel kirlilik kontrolü ve risk yönetimi, doğanın korunması, iklim değişikliği alanlarında yapılan ve yapılmayanların belirtildiği Bölüm’ün “Sonuç” kısmında durum değerlendirmesine yer verildi. Çevre ve iklim değişikliği alanlarının uyumlulaştırılması sürecinde sınırlı bir ilerleme sağlandığı; su kalitesi konusunda bazı ilerlemeler olduğu; mevcut koruma bölgeleri ve potansiyel Natura 2000 sahalarının sürdürülebilirliği için özel dikkat sarf edilmesine ihtiyaç duyulduğu; Çevresel Etki Değerlendirmesi düzenlemesindeki değişikliklerin kaygıları arttırdığı; gerek yerel gerekse uluslar arası düzeyde daha iddialı ve koordineli çevre ve iklim politikalarının oluşturulması ve uygulamasına hala ihtiyaç duyulduğu; devamlı olarak kurumsal reorganizasyon yapmanın idari kapasiteye ciddi ölçüde engel teşkil ettiği; daha güçlü bir siyasi taahhüdün AB müktesebatı ile uyumlu hale getirilmesini hızlandıracağı, genel olarak bu alandaki hazırlıkların henüz erken bir aşamada olduğu belirtildi.İlerleme Raporu’nun bu bölümü, Türkiye’nin çevre ve iklim değişikliği politikaları ve uygulamalarının AB tarafından pek de olumlu bir noktada görülmediğini belgeliyor. AB’nin değerlendirmelerini bir yana bıraksak bile, siyasal iktidar eliyle ya da iktidarın koruması altında topluma “kalkınma/gelişme (!)” diye sunularak yeni rant alanları yaratmak üzere doğal ve kültürel çevre değerlerimizin yağmalanması ve çevre sorunlarının gittikçe ağırlaşması bizler, yani ülke yurttaşları açısından da açık ve yakıcı bir sorun teşkil etmiyor mu?  Natura 2000: AB’nin doğa ve biyolojik çeşitlilik politikaları çerçevesinde, 1992 tarihli Habitat Yönergesi doğrultusunda tehdit altındaki doğal alanları ve canlıları korumak amacıyla oluşturulan ağ