Mesele faiz mi, yapısal sorunlar mı?

 

Ekonomistler faiz politikalarıyla ekonomiyi canlandırmanın, ülkenin yapısal sorunlarının çözülmesini beklemenin, sürdürülebilir bir büyüme sağlamanın mümkün olmadığı görüşünde.  Ülkemizde, ekonomik büyümenin tek başına değil, demokratik hak ve hürriyetlerin geliştirilmesi, sosyal adaletin gerçekleştirilmesi, istihdamın arttırılması, doğal ve kültürel değerlerimizin korunması yönündeki hedeflerle bir bütün olarak ele alınması, ekonomik büyümenin bilim-teknoloji alanındaki ilerlemelere ve sanayileşmeye dayalı olması mühendisler açısından da çok önemli.  Bu nedenle AKP iktidarının “yüksek faiz ” gerekçesiyle Merkez Bankasını suçlaması karşısında, ülkemizdeki yapısal sorunlara ve bugünkü ekonomik politikaların sürdürülemezliğine dikkat çeken görüşler bizleri de yakından ilgilendiriyor. 

AKP cephesi, Merkez Bankası’nın faizi gereğinden fazla yüksek tuttuğunu, bunun sonucunda ekonomik büyümeyi engellediğini iddia ederken, “yeni paradigma” adı altında, enflasyonun yüksek faizden kaynaklandığı, faizde indirime gidildiği takdirde enflasyonun da düşeceğine dair savlar ileri sürüyor. Bu arada, iç politikada kullanılan propaganda malzemelerini zenginleştirmek için olsa gerek,  “iktidarı zayıflatmaya çalışan yeni bir karşıt unsur(!)” olarak "faiz lobisi" gündeme getiriliyor.   

Ekonomistler ne diyor?

Ekonomistler ise bu konuda iktidar partisi ve temsilcileriyle aynı fikirde görünmüyor. Örneğin, Merkez Bankası'nın eski Başkanı ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı'nda (TEPAV) Direktörler Kurulu Üyesi Durmuş Yılmaz, BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlarken siyasilerin faiz politikasına yönelik eleştirilerinin fayda sağlamayacağını ifade ederek  "Merkez Bankası'nın gücü abartılıyor. Kısa vadeli faiz silahıyla ülkenin uzun vadeli yapısal sorunları çözülemez" dedi. Durmuş Yılmaz, Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme oranının yüzde 5 civarında olduğunu hatırlatarak, son birkaç yılda büyümenin yüzde 3-3,5 düzeyinde kalmasının siyasi otoriteyi rahatsız etmesinin anlaşılabilir bir durum olduğunu, ancak ekonomideki tüm sorunların çözümünün de para politikasında aranmaması gerektiğini ifade etti ve  "Düşük faiz ekonomik büyümenin yegane sebebi olsaydı bugün Avrupa'da ekonominin hızlı büyümesi gerekirdi, Amerika'nın hızlı büyümesi gerekirdi" dedi.

 Merkez Bankası’nın gücünün abartıldığını belirterek, sürdürülebilir ekonomik büyüme için düşük faizin tek başına yeterli olmadığını vurgulayan Yılmaz, "Merkez Bankası'nın gücü kuvveti biraz fazla abartılıyor... elindeki aygıt belli. Kısa vadeli faiz ve makro ihtiyati tedbir dışında bir şey yok. Merkez Bankası kısa vadeli faiz politikasıyla ülkenin verimliliğini artıracak eğitim reformunu gerçekleştiremez" diye konuştu. Ekonomiyi yöneten karar alıcı kurumların büyüme denklemi içerisinde bir değişken olduğunu söyleyen Yılmaz, "Eğer siyasiler yapılması gereken reformları yapmazlar, hep para politikasının etrafında dönüp dururlarsa, uzun vadede Merkez Bankası'nın çok fazla eleştirilmesi bir şey getirmez" dedi.

 Ekonomist Erinç Yeldan Cumhuriyet Gazetesi’ndeki 4 Şubat 2015 tarihli yazısında benzer hususlara dikkat çekti. AKP Hükümetinin 2003-2008 arasında, tam da şu anda eleştirdiği ve suçladığı “faiz lobisi” yöntemlerini büyümenin ana damarı haline getirdiğini belirterek şunları yazdı:  

“………., tüm dönem boyunca gerek Merkez Bankası’nın gecelik faizleri, gerekse kredi faiz oranları en az 10 puanlık bir farkı gözeterek (reel faiz) yüksek oranda seyretmiş. Yüksek faiz politikası enflasyondaki düşüşe karşın, tüm 2003 sonrasında sürekli korunmuş durumda gözüküyor. Söz konusu politika, bu dönemde herhangi bir eleştiri konusu değil. Zira dönemin ana politikası faiz oranlarını yüksek tutarak yurtdışından spekülatif nitelikli sıcak para akımlarının ulusal ekonomiye çekilmesine dayalı. Bir yandan sıcak para sermaye girişleri, bir yandan da özelleştirme adı altında kamu varlıklarının uluslararası sermayeye haraç mezat satışından elde edilen döviz girişleri sayesinde ithalat ucuzlatılmış ve Türkiye ekonomisinin döviz bazında hızlı büyümesinin sağlanması amaçlanmış. Dövizin ucuzluğuna dayalı bu hormonlu spekülatif büyüme AKP’nin bu dönemdeki ana stratejisini oluşturmuş. Denilebilir ki, bu dönem boyunca “faiz lobisi” adı verilen hayalet, aslında AKP ekonomi idaresinin ta kendisi. Ancak ucuz ithalat baskısı altında giderek kopartılan dikey ve yatay bağlantıları ile milli gelir içinde ulusal sanayinin sürekli gerileme içerisine girmesi, bu politika tercihinin ana maliyetini oluşturmakta. Ara malı ithalatının aslında en tahripkâr ithalat biçimi olduğu gerçeği, dönemin en önemli bulgusunu oluşturuyor.”

Yeldan Merkez Bankası’nın elinde ulusal ekonomiyi yönlendirecek fazla bir araç kalmadığını belirterek şunları ekliyor:

“ Enflasyon hedeflemesi diye anılan politika demeti altında Merkez Bankası’nın faiz politikasından ulusal ekonomiyi canlandıracak beklentiler üretmek gerçekdışı söz oyunlarından ileri gitmiyor. Bunun ötesinde, bir yandan dövizin fiyatının ucuz tutularak yüksek ithalat ve dış borçlanma yoluyla spekülatif büyümenin sürdürülmesi, diğer yandan da inşaat destekli iç talep aracılığıyla ulusal ekonominin canlandırılması projesi tam bir çelişkiler yumağı oluşturuyor. Bu koşullar altında artan belirsizlikler ve yükselen risk faktörü, enflasyonist beklentileri uyararak, enflasyonda kalıcı bir yapışkanlık yaratıyor. 
Yüksek faizin enflasyonun ana nedeni olduğu ve faizlerin düşürülmesi yoluyla enflasyonunun da geriletilebileceği “paradigması” mı? İktisat biliminde böyle hurafelere yer yok.”

Stiglitz de benzer şeyler söylüyor

Cumhuriyet Gazetesi’nden Pelin Ünker’in verdiği 20 Ocak 2015 tarihli habere göre, Çukurova Genç İşadamları Derneği'nin Adana'da düzenlediği bir etkinliğe konuk olan Nobel Ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz de AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli dile getirdiği 'Merkez Bankası faizi indirip büyümeyi desteklesin' söyleminin doğru bir yaklaşım olmadığını belirtmişti:

Stiglitz, merkez bankalarının kendi faiz oranlarını düşürdüğü, petrol fiyatlarının ve enflasyonun düştüğü bir ortamda TCMB'nin faiz indirimine gitmesinin makul karşılanabileceğini belirtmekle birlikte esas olarak şu hususlara dikkat çekti:

"Büyüme için tek odak noktası faiz indirimi olamaz. Son 10 yılda iyi bir büyüme sağladınız ama bunun pek çoğu emlak piyasası ve inşaattan geldi. ABD'de de 2008 krizinden önce büyümenin üçte ikisi emlağa dayalıydı ve bu sürdürülebilir olmadı. Dengeli bir ekonomik büyüme için çeşitlilik olmalı. Tarım, sanayi, eğitim, sağlık, alt yapı, inovasyona yatırım yapılmalı. İnsana yatırım yapılmalı" .

Haberde Stiglitz, şöyle devam ediyordu: "Birçok araç kullanılmalı. Ekonomik büyümenin istikrarlı olması için mikro araçlar buna yardımcı olabilir. Kredilerin ulaşılabilir olması, emlak fazlası olmaması, kredilerin KOBİ'ler tarafından kullanılması gerekir. Riskler ve faydalar paylaşılmalı. Üretim yapan sektörler desteklenmeli."

Stiglitz, eğitime yatırımın önemine dikkat çekerek "Türkiye'de daha fazla sayıda birinci derece küresel üniversite bulunması gerekiyor. Yenilikçiliğe, küresel ekonomik değişime ayak uydurmak için daha eğitimli bir iş gücü şart. Kaliteli bir eğitim için üniversite araştırma merkezleri kurulmalı. Türkiye 20 yıl sonra nerede olmak istediğini düşünerek hareket etmeli" şeklinde konuştu.

Türkiye'nin küresel belirsizlikleri dikkate alarak iç piyasa talebine de önem vermesi gerektiğini söyleyen Stiglitz, Rusya ve Avrupa'daki sorunlar dikkate alındığında Türkiye'nin sadece ihracatla büyümesinin mümkün olmadığını vurguladı ve"İhracat piyasası zayıfladığında ihracat yaparak büyüme modeli işe yaramaz" dedi.

Diğer yandan Türkiye'nin hala ele alması gereken makro ekonomik sorunlar olduğuna işaret eden Stiglitz, Türkiye'nin çok büyük bir cari açığı olduğunu, 2001 yılından beri enflasyonu düşürmekte kısmen başarılı gösterildiğini, ancak diğer alanlarda ilerleme kaydedilmesi gerektiğini belirtti.

http://www.bbc.co.uk/turkce/ekonomi/2015/02/150202_durmus_yimaz_mb

http://www.sendika.org/2015/02/faiz-savasi-erinc-yeldan-cumhuriyet/

http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/190818/Nobel_odullu_ekonomistten_Erdogan_a_faiz_cevabi.html