Ankara su krizi ve ambalajlı su sektörü

Çeşme suyundaki renk ve koku ambalajlı su sektörü için bir fırsat doğurdu. Galiba bu fırsattan en fazla yararlanan ise 4 içme su tesisi satın aldığı söylenen Ankara Büyükşehir Belediyesi oldu.


Ankara sularının kirli olduğu konusunda çeşitli çevrelerin iddiaları karşısında çeşme suyunun içilebilir nitelikte olduğu görüşünü uygulamalı olarak gösteren Belediye başkanı artık ekranlarımızda görülmüyor.  Sağlık Bakanı da çeşme suyu değil ambalajlı su kullandığını belirtme ihtiyacını duymuyor.

Öte yandan konunun ateşli tartışıldığı günlerde ileri sürülen bir iddia gözden kaçmadı. Bir CHP Milletvekili Belediyenin 4 ambalajlı su fabrikası satın aldığını açıkladı. Şimdiye kadar bu satın almayla ilgili bir yalanlama duyulmadığına göre iddianın doğru olduğu anlaşılıyor. Bu nedenle ambalajlı su sektörüne yönelik bazı bilgilerin tüketiciler için ve gerekse konuyu mesleki olarak takip edenler için yararlı olacağını düşündük. Acaba Ankara Büyükşehir Belediyesi bu tesisleri satın almaya niçin ihtiyaç duydu? Belediye halkın bu ihtiyacını ucuz ve sağlıklı karşılamak için mi bu kamusal satın almaya, yani bir nevi kamulaştırmaya gitti? 

Türkiye ambalajlı su sektöründe kapasite fazlalığı var

Sektöre ilişkin bilgilerin kaynağı Ambalajlı Su Üreticileri (SUDER) Derneği. Dernek 2013 yılı ambalajlı su pazar büyüklüğünün 10,3 milyar litre olduğunu söylüyor. Sektörün toplam cirosu ise 4,1 milyar TL’yi bulmuş. Pazarın hızlı büyümediği ise 2013 yılında pazar hacminin yüzde 1,2 oranında artmasından anlaşılıyor. Öyle ki hacmin 6,16 milyar litresini oluşturan damacana su satışında aynı yıl yüzde 4,5 oranında bir daralma, küçülme olmuş. Buna karşın 4,16 milyar litreye ulaşan PET ambalajlı su satışında ise yüzde 11’lik bir büyüme gerçekleşmiş.

Bu yıl (2014) için ambalajlı su sektörünün kısmi bir büyüme ile sonlanacağı, 10,5 milyar litre hacmi ve 4,5 milyar TL’lik bir ciroyu yakalayacağı öngörülüyor.

Ambalajlı su sektöründe yüzde 60 kapasite fazlalığı bulunduğu sektör yetkililerince açıklanıyor. Bu nedenle önümüzdeki yakın gelecekte yeni yatırımların beklenmediği sonucu çıkarılıyor. Sektörde kayıtlı olarak bulunan işletme sayısının ise 323 olduğu dikkate alınır ise bu kapasite fazlalığının sektör için önemli bir baş ağrısı olduğu söylenebilir. 

Bu işletmelerin Sağlık Bakanlığından 01.12.2014 tarihli ve 25657 sayılı “Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik” ile 17.02.2005 tarihli ve 25730 sayılı “İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında yönetmelik” kapsamında izin almaları gerekiyor. İşte yukarıda belirtilen sayı, bu ruhsatlara sahip işletmelerin sayısı. İşletmelerin 250’si kaynak suyu, 59’u doğal mineralli su, 14’ü ise su tesisi olarak faaliyette bulunuyor.

Sektörde maliyetleri belirleyen en önemli unsurlardan birisi, suyun tüketiciye kadar ulaştırılması için yapılan harcamalar. Ulaşım ve tanıtım harcamaları ile düşük kapasite kullanım oranlarının yarattığı maliyet artışları yanında, tüketicinin bu maliyetleri karşılamadaki güçlüklerine rağmen ambalajlı su tüketimimiz oldukça yüksek seviyelerde. Örneğin ülkemizde 2014 yılında toplam tüketimin kişi başına 137 litre olacağı hesaplanıyor. İtalya’da 189 litre, Almanya’da 165 litre, İspanya’da 123 litre olan tüketim değerleri, Türkiye’de tüketim artış beklentilerini frenleyen veriler. Görülen o ki, ambalajlı su sektöründe düşük kar marjlı satış yanında ayakta kalmanın yollarından birisi de kaliteden ödün vermekten geçiyor. Öte yandan kapasite kullanım oranı düşük olan firmalar için önümüzdeki yılların oldukça zor geçeceği anlaşılıyor. Bu firmalar için çıkış yolu, hazır pazarı bulunan firmalarla birleşmek(veya onların tesislerini satın almalarını beklemek) veya bu şirketler için fason üretim yapmak olmalı.

Ankara Belediyesinin sektöre girişi

Yukarıdaki bilgiler Ankara Büyükşehir Belediyesinin ambalajlı su üretim şirketleri satın almasının nedenini büyük oranda aydınlatıyor.

Kanımızca Belediyenin sektöre girişinin asıl nedeni, son yıllarda su konusunda Ankara’da yaşanan krizler.

Bilindiği üzere Kızılırmak suyunun şehir şebeke suyuna katılmasının yol açtığı sorunların meslek örgütleri tarafından gündeme taşınması ve halkın yoğun şikayetleri “Ankara’da su krizi” denebilecek bir durumu ortaya çıkardı. Bu krize karşın Belediye şikayetlerin ve bilgilerin doğru olmadığını sürekli vurguladı. Ancak bu reddiyeler çeşmelerden akan suda görüntü değişikliği ve kokuyu çuvala sığdırmaya yetmedi.

Su krizinde Belediye, “en iyi savunma saldırıdır” diye düşünerek hareket etmeyi bir kurtuluş yolu olarak gördü. Saldırı argümanlarından birisi de iddiaları ileri sürenlerin damacana su satanlarla iş ortaklıkları olduğu şeklindeydi. Ancak böyle bir ortaklığın en azından düşünce olarak bu kesimlerde olamayacağı herkesin bildiği bir durumdu. Krizden yarar sağlamak için iyi bir kapitalist olmak gerekirdi. Krizden fayda sağlama düşüncesi kapitalizmin düşünce dünyasına ait bir olgu idi.

İşte bu düşünce yol gösterici oldu Belediyeye. Sektörün hazır pazara ihtiyacı vardı ve karları ise yüksek değildi. Arkasına bir kamu kurumu olan bir ambalajlı su üretim şirketi için kazanç çok daha kolaydı. İşte bize göre Ankara Belediyesi bu koşulları iyi değerlendirdi ve büyük olasılıkla oldukça uygun bedellerle bu şirketleri satın alarak kamulaştırdı! Ankara halkının çeşme suyu kullanmaktan uzaklaştığı koşullarda pazarın daha da artması ise işin kreması oldu.   

Ekim 2014