Novo Nordisk, üretim yeri olarak İran’ı seçti

“2015 yılı biyoteknoloji ekosistemi sıralamasında 54 ülke arasında 45. sırada yer alıyor. Sondan bakarsanız biyoteknoloji ekosistemi en kötü ilk 10 ülke arasındayız yani.” Novo Nordisk, Danimarkalı bir ilaç şirketi. Şeker hastaları için insülin üretiyor. İnsülin, biyoteknolojiye dayalı olarak üretiliyor. Geçen yılın Eylül ayında Novo Nordisk, İran’da bir üretim tesisi kurmak üzere bir mutabakat zaptı imzaladığını duyurdu. 2015 Temmuz’unda İran’la nükleer anlaşma konusunda mutabakat ortaya çıkmıştı. Novo Nordisk, Eylül 2015’te, İran’da bir üretim tesisi kurmak üzere 78 milyon dolarlık bir yatırım yapacağını açıkladı. Doğrusu ya, ben bu konuya odaklanmamız, burada ne olduğunu iyi anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Ortada, Türkiye açısından bakarsanız son derece ciddiye alınması gereken bir hadise var. Neden?Bugünlerde Türk hükümeti, ilaç şirketleri Türkiye’ye yurt dışındaki üretim tesislerini getirsinler, bir şeyler yapsınlar diye, neredeyse her gün ilaç şirketleriyle görüşüyor. Onları ilaçlarını satın almamakla bir nevi tehdit edebiliyor. Anlaşmak istiyor ama henüz nasıl yapacağını bilemiyor. Ama ne oluyor? İnsülin üreticisi Novo Nordisk üretim yeri olarak İran’ı seçiyor. İnsan merak ediyor. Neden?Ben doğrusu ya, Türkiye’nin yavaş hareket ettiğini, önceliklerini belirlemekte zorlandığını düşünüyorum. Hem sektörel verimlilikleri artıracak bir teknolojik sıçrama hayal ediyoruz hem de ne yapacağımızı bir türlü belirleyemiyoruz. Ne istediğinizi tam olarak tanımlayamazsanız ne yapmanız gerektiğini de bilemezsiniz. Bugünlerde tartışmaya açılan, Sınai Mülkiyet Kanun tasarısının, içinde bulunduğumuz öncelik belirleyememe halini pek güzel yansıttığıkanaatindeyim . Konunun ayrıntıları ile ilgili olarak TEPAV İnovasyon Çalışmaları Programı Direktörü Selin Arslanhan’ın TEPAV web sitesinde yayımlanan yazısına bakabilirsiniz. Ben bugün ilgili yazıda anlatılanı, Novo Nordisk kararı ve İran’ın dünyamıza geri dönüşü çerçevesine oturtacağım.Aslında Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımızın hazırlatıp tartışmaya açtığı Sınai Mülkiyet Kanunu Tasarısı son derece olumlu. İçinde öyle ciddi bir pürüz filan da barındırmıyor. Aslında patent yasası diye başlayan çalışmaların daha geniş bir fikri mülkiyet hakları çerçevesine yerleştirildiğini görüyoruz. Türkiye, fikri mülkiyet hakları konusundaki düzenlemelerini uluslararası normlara iyice uygun hale getiriyor. Daha önce kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmiş pek çok konuyu bir kanun çerçevesine yerleştiriyor. Ama ben burada iki önemli hususun eksik olduğunu düşünüyorum.Birincisi, fikri mülkiyet hakları ile ilgili düzenleme çerçevesini mükemmelleştirmek, Türkiye’ye teknoloji transferi amaçlı yabancı sermaye yatırımı çekmek için tek başına yeterli değil. Uygulama için mahkemeye giden yıllarca sonuç bekliyorsa, mahkemeleriniz Miki Maus mahkemeleri gibi işliyorsa dünyanın fikri mülkiyeti en iyi tanımlayan ve koruyan en güzel düzenlemesi bile sonuçta çöp oluyor. Manası kalmıyor. Doğrusu ya, bu genel bir durum. Ama Sınai Mülkiyet konusundaki tasarı ile ilgili spesifik olan şu: Türkiye, eğer teknoloji transferi yoluyla ileriye doğru adım atabileceği kanaatindeyse teknoloji içeriği yüksek yatırımları çekmek için diğer ülkelerle rekabet etmeye hazırlıklı olmalı. Bu durumda, hazırladığınız tasarıların, diğer ülkelere yakınsamaya değil, onlardan daha ileride olmaya önem vermesi gerekiyor. Neden?Türkiye, Scientific American dergisinin yaptığı araştırmaya göre, 2015 yılı biyoteknoloji ekosistemi sıralamasında 54 ülke arasında 45. sırada yer alıyor. Sondan bakarsanız biyoteknoloji ekosistemi en kötü ilk 10 ülke arasındayız yani. Bu sıralama, ekosistemin 7 ana bileşeni değerlendirilerek yapılıyor. Bunlar; fikri mülkiyet, Ar-Ge yoğunluğu, şirket teşvikleri, eğitim/beşeri sermaye, kurumlar ve politika ile istikrar. Bu 7 bileşenin puanları da her birinin altında yer alan farklı alt bileşenlerin verileri ile oluşturuluyor. Toplam 27 alt bileşen kullanılıyor. Aşağıdaki tablo farklı bileşenlerde Türkiye’nin durumunu renklendiriyor. Kırmızılar, Türkiye’den daha iyi olan ülkeler. Yeşiller ise Türkiye’nin ilgili ülkeden daha iyi olduğu alanları gösteriyor. Fikri mülkiyet, dikkate alınan faktörlerden yalnızca biri. Orada bile, bu tasarının hedeflediği gibi, ötekilerden biri olmanın bir manası yok. En iyisi olmak gerekiyor. Neden?Teknoloji transferi konusunda ciddiyseniz ve yabancı yatırım istiyorsanız öteki ülkeler gibi bir ülke değil, olası alternatiflerin en azından birinde en iyi olmanız gerekiyor. Tablo ağırlıkla kırmızı ise işimiz var demek. Bakın tablo ne renk? Kırmızı. Bu 54 ülkeden 30’u, bu bileşenlerden bir tanesinde ya birinci, ya ikinci ya da üçüncü sırada yer alıyor. Türkiye, bu 30 ülke arasında yok. Bizim biyoteknoloji ekosisteminde en iyiler arasında olduğumuz hiçbir husus yok. Neyimiz yok o vakit? Yatırım çekmek için rekabet gücümüz yok.Bu arada İran bu tabloda yok. Peki, İran’a giden Novo Nordisk, neden Türkiye’ye gelmiyor?Biz Türkiye’de bugün İran’ı pek tanımıyoruz. Geçenlerde Tahran’da İranlı bir üst düzey yetkiliye sunum yapıyordum. Türkiye ile İran arasında işbirliği imkanlarını anlatmaya başladım. Arada bir yerde, aklımda Novo Nordisk’in yatırım kararı olduğu için, “İran, Türkiye’ye biyoteknoloji tabanlı teknoloji transferi konusunda kapasite inşası için yol gösterebilir” dedim. Yetkili bana baktı ve “Nanoteknoloji konusunda da” diye ekleyerek gülümsedi. Şimdi onlar bize “Biz bu Türklerden otelciliği filan öğreniriz” diye bakıyorlar. Biz onlara “Şimdi biz bunlara inşaat yaparız” diye bakıyoruz. Arada teknoloji transferi ve teknoloji difüzyonu konusunda çok daha stratejik işbirliği fırsatını kaçırıyoruz. Biz kaçırıyoruz ama ne oluyor?Biz, sınai mülkiyet hakları konusu dahil, biyoteknoloji ekosisteminde rekabet gücümüzü nasıl artırırız diye hiç düşünmüyoruz. Adalet sistemimiz soba kurumu gibi dökülüyor Herkesle görüşüp bize gelin diyoruz. Dünyanın insülin devi Novo Nordisk ise üretim tesisi kurmak için İran’ı seçiyor.Türkiye, teknoloji transferi konusunda, hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten. Benim bu son “Sınai Mülkiyet Kanun Tasarısı”ndan anladığım budur.Güven Sak, Dr.07 Mart 2016