Özelleştirilen kamu hizmetleri yerel kamu işletmeciliğine geri mi dönüyor?

 

Dünyanın bir çok yöresinde enerji, su temini gibi kamu hizmetlerinde yeniden kamu işletmeciliğine dönüş yönünde örnekler çoğalmaya başladı.

Neoliberal politikalar doğrultusundaki ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları süredursun, diğer yandan Avrupa’daki gelişmiş kapitalist ülkeler dahil dünyanın bir çok yöresinde enerji, su temini gibi hizmetlerin yeniden yerel kamu yönetimlerinin kontrolü altına alınmasına ilişkin örnekler çoğalmaya başladı. Aşağıda adları belirtilen sendikalar, birlikleri ve sivil toplum hareketleri tarafından kolektif bir çalışmayla hazırlanmış ve yayımlanmış olan, başlığı “Kamu hizmetlerini geri kazanmak” olarak tercüme edilebilecek “Reclaiming public services “ adlı Haziran 2017 tarihli yayın çeşitli ülkelerden örneklerle bu yöndeki gelişmeleri gündeme getiriyor. Yayında, Latin Amerika’daki millileştirmelerin yanı sıra, özelleştirilmiş hizmetlerin yerel yönetimlere dönüşü ya da yerel bazda yeni kamu işletmelerinin oluşturulması konu ediliyor. 835 örnek olaydan 692’sinin kamuya geriye dönüş, 143’ünün ise yeni kamu şirketlerinin oluşturulması yönünde olduğu belirtiliyor.

Özelleştirmelerden geriye dönüş (de-privatisation) uygulamalarında, örnek olayların 445’inde sözleşmelerin bittiği, 136’sında sözleşmelerin sonlandırıldığı (çoğunlukla su sektöründe; büyük enerji şirketlerinin varlığı nedeniyle enerji sektöründe sonlandırılan sözleşme sadece üç), 34’ünde özel işletmecilerin hisselerini sattığı, 32’sinde yeniden yerel yönetimin kontrolüne alınması yönünde karar verildiği, 12’sinde ise özel işletmecinin çekildiği belirtiliyor. Önemli bir husus olarak, hareketlerin amacının sadece özelleştirme öncesine dönüş değil, aynı zamanda daha demokratik bir kamu yönetimi oluşturulması olduğu ifade ediliyor.

Diğer yandan özelleştirmelerden geriye dönüş faaliyetlerinin bazen millileştirmeler şeklinde olduğuna ve bunların farklı amaçlarla da yapılabildiğine de dikkat çekiliyor. Örneğin Batı Avrupa’da 2008 krizi sonrasında kamu fonlarıyla birçok özel bankanın sermaye yapısının yeniden düzenlenmesi ve kurtarılmasına ya da Macaristan’daki otoriter siyasal iktidarın merkezi iktidarını güçlendirmek için finans ve enerji sektöründeki 200’den fazla hizmeti millileştirmesine ilişkin örnekler veriliyor.

Bu gelişmelerin önemli bir bölümünün özelleştirmelerin karşısında, daha katılımcı ve demokratik bir yapılanmaya doğru bir gidiş olduğunu kabul etsek bile bazı soru işaretleri doğmaması da mümkün değil. Bu eğilimlerin, şirketlerin çıkarları aleyhine ve genellikle ticarileşme-özelleştirme politikalarının uygulayıcısı olansiyasal iktidarların varlığında nereye kadar gelişebileceği, bu yönelişin sınırlarının ne olabileceği ve hangi sınırlar aşıldığında ciddi çelişkilerin ortaya çıkacağı gibi konular üzerine düşünmekte yarar var. Ayrıca  Avrupa’da yerel yönetimlerin tarihsel olarak güçlü olduğu ve örnek olayların özgün koşulları da gözardı edilmemeli.

Anlatılmayan hikaye

Yayının editörleri Satoko Kishimoto (Transnational Institute) ve Olivier Petitjean (Multinationals Observatory) “remunicipalisation” teriminin “Kamu hizmetlerinin, özelleştirmenin (özel sektörün sahipliği, hizmetlerin dışarıdan alınması (outsourcing) veya Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) gibi) muhtelif formlarından, kamunun sahipliği, kamu işletmeciliği ve demokratik kontrole doğru geçişi” anlamına geldiğini belirtiyorlar. 

Yayının editörleri tarafından hazırlanan son bölümde, gerek Avrupa’da gerekse tüm dünyada çeşitli sektörlerde kamu hizmetlerinin değişen ölçülerde olsa da güçlü bir şekilde tekrar belediyelerin/yerel yönetimlerin kontrolü altına girme eğiliminin olduğu ve bu eğilimin sadece özelleştirme politikalarının hatalarını ortaya çıkarmakla kalmadığı aynı zamanda kamu hizmetlerinin daha iyi kalitede verilmesine de yönelik olduğu vurgulanıyor. Özellikle enerjinin yerel yönetimlerin kontrolü altına girmesi ile daha verimli ve yenilenebilir esaslı bir enerji sistemine yönelmenin gerçekleştiğine dikkat çekiliyor.

Değerlendirmede, kamu yönetiminin her soruna çözüm getirdiği iddia edilmiyor ancak esas olarak özelleştirmeler konusunda başta halka vaat edilenlerin yerine getirilmediği vurgulanıyor. Hatta özelleştirmeler lehine yapılan propagandaların tam tersine, kamu yönetimi altında verilen hizmetlerin kalitesinin ve ödenebilirliğinin daha fazla, sosyal ve çevresel amaçlarının daha geniş, kamu işletmecilerinin özel işletmecilerden daha yenilikçi ve verimli olduğu belirtiliyor.

Editörler, yayının hazırlanması sırasında 45 ülkede, küçük şehirlerden başkentlere kadar, gerek kentsel gerekse kırsal kesimde olmak üzere 835 örnek olay toplandığını, özellikle bu yönelişin 267 örnek olay ile su sektöründe ve 311 örnek olay ile enerji sektöründe yoğunlaştığını dile getiriyorlar. Aynı zamanda atıklar, ulaşım, sağlık ve sosyal hizmetler ile yerel hükümetlerce yerine getirilen anaokulları, çocuk bakımı, temizlik ve spor için parklar ile okul kantinleri gibi alanlarda da aynı eğilimin görüldüğünü belirtiyorlar. Ancak ulusal hükümetlerle uluslararası kuruluşlar ve şirketler arasındaki çıkar ilişkileri nedeniyle özelleştirmelere alternatif olarak gündeme gelmemesi için bu gelişmelere medyada yer verilmediğini de vurguluyor ve bu süreci “anlatılmayan hikaye” olarak tanımlıyorlar.

Bu harekete ilişkin bazı hususlar kısaca şöyle özetlenebilir:

-Yeniden kamunun kontrolünü oluşturmak daha iyi ve daha demokratik hizmet anlamına gelmeli Bu eğilim veya hareket özelleştirme öncesi duruma dönmek olarak görülmemeli. İlk olarak daha kaliteli kamu hizmet verilmesi amaçlanmalı, özel tedarikçilerin ticari ve kar elde etme arayışı içindeki bakışına karşılık, yeniden bir kamusallık ve kamu hizmetlerine evrensel düzeyde erişim kavramı yaratılmalı.

İkinci önemli husus hizmetlerin fiyatlarının ödenebilir düzeyde olması. Örneğin Katalonya’da bu yöndeki inisiyatif İspanya’da mali kriz sonrasında elektrik ve su hizmetlerindeki kesintiler nedeniyle ortaya çıktı. İngiltere’de şimdilerde 2.2 milyon kişiye hizmet veren yerel enerji şirketlerinin oluşumu, İngiltere’deki enerji piyasasını kontrol eden uluslar arası şirketler, “Büyük Altılı” nın fiyat politikaları sonucunda oluştu.

Üçüncü önemli husus bu eğilimin yönetimde şeffaflık ve hesap verme zorunluluğu üzerine inşa edilmesidir. Bu konuda İngiltere ve İspanya örneklerinde politik kayırmacılık (patronaj) ve çok sayıdaki yolsuzluk skandalının etkisine dikkat çekilmektedir.

Son olarak, diğer bir husus ise çalışanlar ve kullanıcıların katılımı ve seçilmiş görevlilerin ve yurttaşların daha etkin kontrolü ile kamu hizmetlerinin demokratikleştirilmesidir. Fransa’da, Paris, Grenoble ve Montpellier gibi su sektöründe başı çeken kamuya dönüş uygulamalarında yeni kamu işletmecilerinin yönetimlerinde yurttaşlara ve sivil toplum temsilcilerine yer verilmiş; hatta fiyat artışlarından uzun vadeli yönetim stratejilerine kadar kamu hizmetlerinin yönetimindeki müzakereleri demokratikleştirmek amacıyla “yurttaş gözlemevleri” gibi özel katılımcı yapılar yaratılmıştır.

Ayrıca,

-Kamu kontrolüne geçiş dirençli ve iklim dostu kentler için itici güç olabilir mi?

-Yeniden kamuya dönüş demokratik bir kamusal sahiplik için de fırsat olabilir mi?

-Avrupa’da yeniden kamuya dönüş hareketinden söz edilebilir mi?

-Tüm sektörlerde özelleştirme ve Kamu- Özel ortaklığının (KÖO) ortak sorunları olması,

-Özelleştirme ve KÖO projelerinin “maliyet etkin” uygulamalar olarak sunulmasının tamamen bir yanılsama olduğu,

-Kamu hizmetlerini iyileştirmenin yolunun özelleştirmeden geçmediği, kamusal hedeflere ve değerlere  sahip katılımcı örneklerle daha iyi sonuçlar alınabileceği,,

-Kamu işletmeciliğine dönüş sürecinde işçiler ve sendikaları ile işbirliği içinde olunmsının önemli olduğu,

gibi konular üzerinde duruluyor.

Bu süreç sorunsuz mu?

Bu süreçte Ticari Anlaşmalar, ISDS ve diğer benzeri anlaşmaların yerel demokrasiler için tehlike teşkil ettiği belirtiliyor.

Editörlere göre, bu yayında yer alan kamuya dönüş örnekleri, Avrupa ve ABD arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nı (TTIP), onay için şimdilerde sunulan Avrupa Birliği ve Kanada arasındaki Kapsamlı Ekonomik Ticaret Anlaşması’nı (CETA) ve benzeri ticaret ve yatırım anlaşmalarını reddetmek için gerekçeler anlamına geliyor. Aynı zamanda Yatırımcı-Devlet Anlaşmazlıklarının Çözümlenmesi (ISDS) olarak bilinen yatırımları koruma mekanizmaları öncelikle yabancı yatırımcıları koruma amaçlı olduğundan özelleştirmelerden geriye dönüşler için yüksek maliyetler ortaya çıkarıyor.

 Kamu hizmetlerinin geriye dönüşü örneklerinde halen en az 20 uluslararası tahkim davası (su sektöründe 10, enerji sektöründe 3, ulaşımda 3 ve telekomünikasyonda 4 olmak üzere) olduğu belirtiliyor, Litvanya ve Bulgaristan’dan örnekler veriliyor. Bu tür ticaret ve yatırım rejiminin yerel yönetimlerin kamu hizmetlerini yeniden üstlenme girişimlerinde politika alanlarını nasıl daralttığına dikkat çekiliyor.

Bir de İspanya ve Birleşik Krallık örneklerinde olduğu gibi ulusal hükümetlerin yerel yetkililere kemer sıkma politikaları konusunda yaptığı baskılar söz konusu… Hatta daha ileriye gidip, Birleşik Krallık’ ta kentlerde yeni kamu otobüs şirketlerinin kurulmasını yasaklayan kanun çıkarılması, İspanya da merkezi hükümetin su hizmetlerini kamulaştırmak isteyen Valladolid kentini mahkemeye vermesi gibi örnekler var.

Kamu işletmeciliğine dönüş hareketinin boyutu, giderek artan KÖO projeleri ile karşılaştırılabilir mi ?

Dünyada her gün yapılan özelleştirmeler ve KÖO projeleri ile karşılaştırıldığında söz konusu kamuya dönüş eğilimi yeterince önemli sayılabilir mi? Acaba ihmal edilebilecek bir olgudan mı söz ediliyor? Editörler, bu soruya cevap verebilmek için henüz yeterli veri olmadığı, dünyada özelleştirmeler yönünde hala kuvvetli bir itici güç olduğunu belirtiyor, tersine eğilim örneklerinin giderek artan sayılarda yaşanmasının, özelleştirmeler ve KÖO uygulamalarının toplumsal ve finansal olarak nasıl sürdürülemez olduğunu gösterdiğini ilave ediyorlar. Almanya’da enerji sektöründeki, Fransa’ da ise su ve kamu ulaşım sektöründeki kamuya dönüş uygulamalarının yeni özelleştirme faaliyetlerinin önüne geçtiğini rahatlıkla söyleyebileceklerini belirtiyorlar.

Özelleştirme ile kamulaştırmayı harekete geçiren politik ve ekonomik faktörlerin farklı olduğu vurgulanıyor: Bir yanda büyük şirketler ve uluslararası kurumlar, diğer yanda ise yerel görevliler ve yurttaşlar. Ulusal hükümetler ise ya arada ama çoğunlukla da büyük şirketler ve uluslararası kurumların yanında konumlanmış durumda… Bu nedenle bir kamu hizmetini özelleştirmenin kamulaştırmadan çok daha kolay olduğu belirtiliyor. Daha da önemlisi, kamuya geri dönüş uygulamalarının özelleştirmelerden farklı bir toplumsal ve politik hikayesi olduğuna ve bunun ortak toplumsal ve çevresel sorunlara cevap vermek amacıyla kamu hizmetlerini herkes için geri kazanmak isteyen ve yeniden keşfeden çalışanlar, yurttaşlar ve yerel yönetimlerin hikayesi olduğuna dikkat çekiliyor.

https://www.tni.org/en/publication/reclaiming-public-services

Yayınlayanlar: Transnational Institute (TNI), Multinationals Observatory, Austrian Fedral Chamber of Labour (AK), European Federation of Public Service Unions (EPSU), Ingenieria Sin Frontera Cataluna(ISF), Public Services International (PSI), Public Services International Research Unit (PSIRU), We Own It, Norwegain Union for Municipal and General Employees (Fagforbundet), Municipal Services Project (MSP) ve Canadian Union of Public Employees (CUPE)

 

                                                                                                                                                 Kasım 2017