Yükselen ekonomiler artık yükselemiyor!

 

Dünyada ekonomik büyümenin itici gücü olduğu iddia edilen yükselen ekonomiler yavaşladı; işgücü piyasasında esneklik refah getirmedi.

Türkiye’de ekonomik gidişatın tehlike sinyalleri verdiği yazılıp söylenedursun, dünya ekonomisinden de olumlu haberler gelmiyor. Ergin Yıldızoğlu’nun Cumhuriyet Gazetesi’nde 20 Ağustos 2015 tarihinde yayınlanan Ama bize anlatılan bu değildi’ başlıklı yazısı, emek piyasasındaki esnekleştirme politikalarının sonuçları ve dünya ekonomisinin itici gücü olacağı iddia edilen yükselen ekonomilerden sermaye kaçışı üzerine bir değerlendirmeyi içeriyor. Bu vesileyle,  ülkemizde “Sanayi Stratejsi” adı altında hazırlatılan belgelerde, sanayileşmemizin(?) önündeki bir engel olarak, “işgücü piyasasının yeterince esnek olmaması” ndan şikayet eden kesimlerin kulağını çınlatalım.   

Yıldızoğlu'nun yazısı şöyle:   

 “Ama bize anlatılan bu değildi’

Hayır, Erdoğan’ın “fiili rejimine” giden yola taş döşemiş, “yetmez ama evet” çilerle uğraşmayacağım. Konu çok daha geniş, son 35 yıla ilişkin düş kırıklıklarıyla ilgili.

Esneklik refah getirmedi...

Başlığını, Martin Sandbu’nun salı günü aktardığım yazısından aldım. Sandbu “Ama bize anlatılan bu değildi” diyor, ekliyor: Avro bölgesine dayatılan emek piyasası reformları, emek piyasasının güvenceli, yüksek ücretli kalıcı işlerle, güvencesiz düşük ücretli geçici işlerden oluşan ikili yapısını ortadan kaldıracaktı. Kalıcı, yüksek ücretli işlerde çalışanları koruyan sistem zayıflatılınca (işten çıkarma kolaylaşınca - EY) işverenler, kalıcı işlere daha fazla işçi alacaklardı. Ama öyle olmadı. 
Hem kalıcı işlerde çalışanlar geçici işçi statüsüne itilmeye başlandılar hem de yoksullaştılar. Emek piyasası reformları vaat ettiklerinin tam aksini getirdiler. 
Bu esnekleştirme modelini Avro periferisine Almanya dayatmış. Bu model Almanya’da “başarıyla” uygulanmış, rekabet kapasitesini artırmış, ekonomik büyüme hızlanmış, işsizlik azalmış ama bu arada 15 yıl boyunca ücretler de düşmüş. Bu reformlar, güçlü bir sanayi yapısına, mali piyasalara sahip bir merkez ülkesinde bu sonucu verirken sanayi yapısı zayıf çevre ülkelerde çok başka sonuçlara yol açmışlar: Yoksullaşma, kırılganlaşma, bu durumun getirdiği sorunları hafifletmek için kronik dış borçlanma, cari açık... 
Ama böyle olmayacaktı, emek piyasası esnekleştirilen ekonomilerin rekabet gücü ve ekonomik büyüme hızı artacaktı... Şimdi, önce eğitim sağlık sisteminizi iyileştirin, sanayinizi güçlendirin, demokratik kurumlarınızı geliştirin falan... İyi de yüksek teknolojili alanların rekabet gücü yüksek ama iş yaratmıyorlar. İş yaratan alanlarda da dünya piyasalarında tam anlamıyla bir doymuşluk var... Ah! Neoliberalizm altında böyle olmayacaktı, aldatıldık! Ama olsun iyi aldatıldık...

Yükselemeyen piyasalar

Son 13 ayda yükselen piyasalardan toplan 1 trilyon dolar sermaye kaçtı. Halbuki, “Yükselen piyasalar, dünya ekonomisinin geleceğine damga vuracak, onu biçimlendireceklerdi”, küresel “büyümenin yeni motoruydular”. The Economist’in eski editörü Bill Emmot’a göre: “Ama böyle olmadı, bir şeyler yolunda gitmedi”. Dani Rodrik de “Yükselen piyasalar bugün büyük sorunlarla karşı karşıyalar, büyüme oranları sıfıra yaklaştı” diyor. 
Emmot’a göre sorun siyasi. Bunlar ekonomilerini yönetemiyorlar. “Singapur’dan ders almaları gerekir”; “Demokratik ya da otoriter, o kadar önemli değil”... “Esnek ve uyum gösterebilir olmayı öğrenmeleri gerekiyor.” Emmot’un, otoriter Singapur gibi olun, uluslararası sermayeye tamamen açık, politikalarına uyumlu olun önerisine karşılık, Rodrik’in analizi, kesin bir çözüm öneremese de gerçekliğe çok daha yakın. Rodrik“gelişmekte olan” kategorisinden çıkabilmeyi başaran iki istisnai örnek olan Güney Kore ve Tayvan’ın gelişmiş ülke statüsüne sanayileşerek yükseldiklerine işaret ediyor. Diğer “yükselen piyasalar”, neo-liberalizm, finansallaşma döneminde, Rodrik’e göre bir “erken sanayisizleşme” yaşamışlar. 

Diğer bir deyişle IMF reformları bunların yerel sanayilerini imha etmiş. Yerine, ithalatı besleyen  tüketime, ucuz dış finansmana, kolay sermaye girişine, ithalata bağımlı ihracata, emtia fiyatlarındaki artışlara dayalı bir model gelişmiş. Bu modelin kapasite fazlası, “aşırı birikimle” boğuşan merkez ülkelerinin sorunlarına uyumlu olduğu da bir gerçek. 

Şimdi dünya ekonomisi bir başka yöne döner, Çin kapitalizmi aksamaya başlarken yükselen piyasaların ayağının altındaki zemin de kayıyor. Sermaye hızla bu piyasalardan çıkıyor. Bu düş kırıklığını düşünmeye yardımcı olarak birkaç sayı ve bir kavramla bitireyim. Dünya borsalarındaki toplam sermayenin (“Market Cap”: Hisseler x fiyatları) yüzde 52’si ABD’de (1980’den bu yana en yüksek değer), yüzde 70.3’ü ABD, Japonya ve dört merkez Avrupa ülkesinin piyasalarında (Bank of America.). Kavrama gelince, evet doğru tahmin ettiniz, emperyalizm”.”

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/348633/_Ama_bize_anlatilan_bu_degildi.html

                                                                                                                                          

                                                                                                                                             Ağustos 2015