Kaya gazı çıkarmanın çevresel riskleri önemsiz mi?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Petrol İşleri Genel Müdür Yardımcısı’nın basında yer alan ve kaya gazı çıkarma faaliyetlerinin çevresel risklerini önemsizleştirmeye çalışan ifadesi konunun ülkemizde ne kadar yeterli bir şekilde ele alınacağını gösteriyor! Türkiye Gazetesi’nde 8 Ocak 2014 tarihinde yer alan habere göre, Sayın Genel Müdür Yardımcısı, “…kaya gazının çıkarılması için enjekte edilen suya karıştırılmış kimyasalların günümüz teknolojisi sayesinde doğaya zarar vermeyeceğini” belirterek, cep telefonunun da insan sağlığına zararlı olduğunu fakat kullanmaya devam ettiğimizi, teknolojinin ilerlemesi sayesinde kaya gazının insana ve doğaya verdiği zararın cep telefonundan çok daha az olduğunu söylemiş.

Sayın bürokrat sözlerini şöyle sürdürmüş:Önlemler sayesinde riski minimuma indirdik. Shell ve TP 3000 metrenin altında bulunan kaya gazına pompalanan sıvının yüzeye çıkma ihtimalinin çok düşük olduğunu belirttiler. Güneydoğu Anadolu’daki kaya gazının derinliği ise 3000 metrenin de üzerinde. Hala Rusya gibi doğalgazda tekel haline gelen ülkeler kaya gazını çıkarmanın doğaya zarar verdiği propagandasını yapıyor. Fakat Rusya Sibirya’da kaya gazı çıkarma faaliyetleri yürütüyor.”

(http://www.turkiyegazetesi.com.tr/ekonomi/122681.aspx)

Öncelikle, kamu adına sorumluluk taşıyan görevlerde bulunan bürokrat ve teknokratların sorunlu hususların göz ardı edilmesine ön ayak olup pembe tablolar çizmek yerine, şeffaflık anlayışı içerisinde, bilimsel çalışmalara dayanan ve uygulamada ortaya çıkan nesnel bilgi ve verileri kamuoyuyla paylaşmalarının toplumda daha fazla güven uyandıracağını belirtmek gerek. Kaya gazının çevresel riskleri konusunda aşağıda verilen bilgiler muhtelif kaynaklardan derlenmiş olup, görüleceği üzere hiçbiri Rusya çıkışlı olmayıp, ABD ve AB kökenli kaynaklardır. Bu açıdan Sayın Genel Müdür Yardımcısının gazete haberinde yer alan iddialarından biri, yani kaya gazı faaliyetlerinin doğaya zarar verdiğine ilişkin görüşleri “Rusya’nın propagandası” şeklinde açıklama girişimi daha baştan havada kalmaktadır.

 

Kaya gazı faaliyetlerinin çevresel riskleri neden önemli?

Yeryüzünün jeolojik formasyonlarından çıkartılan kaya gazı, kullanılabilir gaz rezervlerini arttırmasının yanı sıra dünyadaki enerji kaynakları ticaretinin yönünü değiştirecek sonuçlar da yarattı. ABD gibi enerji ithalatçısı bir ülkenin kısa sürede önce kendine yeterli hale gelip sonra ihracatçı olacağı belirtilirken, kaya gazının ABD’nin kimya endüstrisinin rekabet üstünlüğü açısından da önemli bir katkı sağladığı anlaşılıyor. Bu rüzgar doğrultusunda ülkelerin kaya gazı potansiyeli konusunda muhtelif tahminler ortaya atılırken ülkemizde de “Türkiye’nin bugünkü tüketimine 100 yıl yetecek kaya gazı rezervi var”, “Türkiye kaya gazı üretimine hazırlanıyor” gibi genellikle alışık olduğumuz “müjdeli (!)” haberler yayın organlarında yer almaya başladı.

Ancak ABD ve Avrupa’da, kaya gazının çıkartılmasında kullanılan yüksek hacimli hidrolik kırılma(YHHK)  teknolojisinin çevresel etkilerinin üzerinde dikkatle durulmaya başlandığı da açık. AB Komisyonu Çevre Genel Direktörlüğü için hazırlanan, hidrolik kırılma tekniğinin çevre ve insan sağlığı üzerindeki potansiyel etkilerini tanımlamaya yönelik 2012 tarihli bir çalışmada söz konusu teknolojinin yaratacağı çevresel risklerin neden dikkatle ele alınması gerektiğine ilişkin olarak şunlar sıralanıyor: (http://ec.europa.eu/environment/integration/energy/pdf/fracking%20study.pdf)

 

-Konvansiyonel ekstraksiyon işlemine göre daha yüksek miktarda su ve kimyasal kullanımı

-Konvansiyonel olmayan kuyuların randımanının konvansiyonel olanlara göre daha düşük olması nedeniyle çıkartılan birim gaz miktarı başına çevresel etkilerin daha fazla olmasının beklenmesi

-Yüzey ve yer altı sularının kirlenmesi riskine karşı sahanın geliştirilmesi, işletilmesi ve işletme sonrası dönemde kuyuların ve diğer ekipmanın entegrasyonunun sağlanmasının güçlüğü

-Çevre kirliliği yaratma potansiyeli taşıyan kimyasalların ve atık suların sızıntı ve sıçramalarının önlenmesi

-Jeolojik sahaların seçimi ve hidrolik kırılmada kullanılan akışkanın uzun süreli yeraltında kalmasına bağlı belirsizlikler

-Kimyasal katkı maddelerinin potansiyel toksisitesi ve alternatif malzemelerin geliştirilmesi

-Ekipman, malzeme ve atıkların sahaya ve sahadan taşınmasının oluşturduğu trafik yoğunluğu

-Konvansiyonel gaz sahasına kıyasla daha geniş arazi kullanımı

-Kuyu inşası ve hidrolik kırılma sırasında ekipman kullanımına bağlı emisyonlardan ve gürültüden kaynaklanan etkiler

 

Hidrolik Kırılma ve Kimyasallar

Tüm bu risk ve etkiler arasında hidrolik kırılmada kullanılan kimyasallar ve bunların yaratabileceği potansiyel etkilerin önemli bir unsur olduğu açık. Bu konuda diğer ülkelere göre YHHK teknolojisinin kullanılmasında önde olan ABD’deki deneyimlerin ve verilerin esas alındığı görülüyor. Hidrolik kırılmada kullanılan akışkan, genelde dolgu maddeleriyle kimyasal katkı maddelerinin suya eklenmesiyle elde ediliyor. Bazı kaynaklara göre YHHK uygulamasında kullanılan tipik bir akışkan aşağıdaki bileşenlerden oluşuyor:

-Su: Genelde hacmın yüzde 98-99’unu oluşturuyor.

-Dolgu malzemesi: Toplam hacmin yüzde 1-1.9’u düzeyinde; genellikle kum ve partiküllerden oluşuyor.

-Sürtünme azaltıcı: Hacmin yüzde 0.025’i seviyesinde; ekseriyetle poliakrilamid

-Dezenfektan (biyosit): Toplam hacmin yüzde 0.005-0.05’i kadar; Genelde glutaraldehid, kuaterner amin, tetrakis hidroksimetil fosfoniyum sülfat (THPS) Bu kimyasallar yerine UV, ozon ve klordioksit kullanılmaya başlanıyor.

-Yüzey etkin maddeler: Yüzey ya da arakesitlerin gerilimini azaltacak ya da önleyecek malzemeler; toplam hacmin yüzde 0.05-0.2 si düzeyinde

-Jelleştirici (vizkozite arttırıcı) kimyasallar: yaygın kullanılmasa da guar gam veya selüloz polimerleri

-Birikinti önleyiciler: Fosfat esterleri ya da fosfonatlar

-Bazı durumlarda kırılmanın ilk basıncını azaltmak amacıyla hidroklorik asit

-Asit kullanılması halinde asit hacminin yüzde 0.2-0.5’i kadar inhibitör

 

ABD’de Temsilciler Meclisi Enerji ve Ticaret Komitesi’nin 2011 tarihli çalışmasında, bu sektöre hizmet veren 14 firmadan alınan bilgilere göre, 2005-2009 yılları arasında kullanılan 652 farklı ürünün bileşiminde bulunan 29 toksik kimyasal listelenmiş durumda. Bunların arasında benzen, naftalin, tiyoüre gibi bilinen ya da muhtemel kanserojenler, “Güvenli İçme Suyu Yasası” ve hava kirleticiler arasında yer verilen kimyasallar bulunuyor. Çalışmada, bu yıllar arasında firmaların kullandığı 95 ürünün 13 farklı bilinen veya muhtemel kanserojen maddeyi içerdiği, toplamda kullanılan ürün miktarı 780 milyon galona ulaşırken, bileşiminde en az bir kanserojen bulunan ürünlerin miktarının 10 milyon galon civarında olduğu belirtilmekte. Firmaların kullanılan bazı kimyasalları “ticari sır” gerekçesiyle açıklamaması ayrıca dikkat çeken ve kaygı uyandıran bir husus. (http://democrats.energycommerce.house.gov/sites/default/files/documents/Hydraulic-Fracturing-Chemicals-2011-4-18.pdf)

 

Suyla ilgili riskler

Bu arada ABD Çevre Koruma Ajansı EPA tarafından hidrolik kırılma teknolojisinin içme sularına etkisi konusunda 2014’de tamamlanacağı belirtilen kapsamlı bir çalışmanın başlatıldığını, 2012 yılının sonlarında bir İlerleme Raporunun yayımlandığını eklemek gerek. Raporda Temsilciler Meclisi Komisyonunun çalışmasındaki bilgilere yer verilirken dikkat çeken bir husus da şu: Geçen birkaç yıl içinde YHHK uygulamalarında kullanılan akışkan ve atık sularla ilgili sızma ve çevreye dökülme gibi çok sayıda kazanın yaşandığı, ancak bunların görülme sıklığı, nedenleri ve potansiyel etkilerinin belirsiz kaldığına yer veriliyor.

ABD deneyimlerine göre akışkanın yüzde 0-75’inin yeryüzüne geri çıktığı belirtilirken, geri gelen su uygulamada kullanılan kimyasalları, ağır metalleri, tuz ve jeolojik formasyonlarda doğal olarak bulunan radyoaktif maddeleri içeriyor. Bu arada kullanılan su miktarı derinliğe, yatay kuyuların uzunluğuna bağlı olarak değişmekle birlikte dikey bir kuyu için 2 500 m3 su gerekirken yatay kuyu için bu miktarın 10 bin  -25 bin m3 düzeyine çıktığını dikkate almak gerek. Bu durumda bir yandan YHHK uygulaması için ihtiyaç duyulan suyun taze su kaynakları üzerinde yarattığı baskıyı unutmamak, diğer yandan YHHK işlemleri sonucunda yeraltı formasyonlarında bulunan suyun da yeryüzüne çıktığını, hatta atık suyun büyük bölümünü bu  “üretilen suyun” oluşturduğunu dikkate almak gerek. Tüm bunlar YHHK uygulamalarında su yönetiminin önemini arttırıyor.  

Yeryüzüne çıkan bu akışkanın bir bölümünün tekrar proseste kullanılması bir seçenek olarak gösterilse de bu seçeneğin akışkanın içerdiği kirliliğe bağlı olduğu açık. Söz konusu atık suların nasıl tasfiye edileceği de ayrıca dikkat edilmesi gereken bir konu. Geri gelen akışkanın yeraltına enjekte edilmesi geleneksel olarak kullanılan bir seçenek olmakla birlikte birçok kısıtları var. Atık su miktarının fazlalığı ve açılan kuyuların işletme ömrü düşünüldüğünde mobil sistemlerin yeterli olamayacağı, merkezi arıtma sistemlerinin kurulması gerektiği yönünde görüşler var.

 Bu arada, her ne kadar uygulayıcı firmalar itiraz etse de, 2011 yılında Ulusal Bilimler Akademisinin yayın organında yer alan bir bildiride ABD’de yapılan bir araştırmada aktif gaz kuyularının yakınında bulunan içme suyu kuyularındaki metan konsantrasyonunun diğerlerine göre ortalama 17 kat fazla bulunduğu belirtilmiştir.  (http://www.pnas.org/content/108/20/8172.full.pdf+)

ABD Halk Sağlığı Birliği APHA ise konuyla ilgili olarak 2012 yılında yayımladığı politika bildiriminde, bu teknolojinin başta yer altı ve yüzey suları için yarattığı riskler olmak üzere iklim değişikliği, hava kirliliği, işçilerin toksik maddelere maruz kalması gibi konulardaki etkilerinin belirsizlikler taşıdığını ve bu nedenle konuya ilişkin endişelerin arttığını belirtmekte.(http://www.apha.org/advocacy/policy/policysearch/default.htm?id=1439  )

 

Sonuç yerine

Bazı hususlara kısaca dikkat çekmekte yarar var:

-ABD’den yükselen kaya gazı rüzgarı Avrupa’yı bölmüş durumda; YHHK teknolojisinin kullanılmasına karşı çıkan Fransa Hükümeti muhalefet tarafında dururken, Polonya, İngiltere Hükümetleri ve genelde şirketler bu konuda istekli ve atak pozisyondalar. Bununla beraber jeolojik yapı, nüfus yoğunluğu, sıkı yasal düzenlemeler gibi faktörler Avrupa’nın konuya daha temkinli yaklaşmasını getiriyor. Ayrıca “Pahalı yenilenebilir enerjiye karşı ucuz kaya gazı” iddialarına karşılık Avrupa’da kaya gazının ABD’den daha yüksek maliyetli olacağına yönelik görüşler var. Avrupa Parlamentosu 9 Ekim 2013 tarihinde yapılan bir oylamada az farkla olsa da, kaya gazı çıkarma faaliyetlerinin Çevresel Etki Değerlendirmesine tabi olması yönünde karar aldı. Bu durum AB Konseyi’nin onayına bağlı olup, 2014 Ocak ayı içinde konuya ilişkin yeni düzenleme yapılması bekleniyor. Sermaye gruplarının ve yönetimlerin yapılacak düzenlemelerin gevşek tutulması için baskı yapacaklarını, bu amaçla Avrupa’nın enerji açısından dışa bağımlılığını ve yüksek enerji maliyetlerini, buna karşılık ABD’nin kaya gazı nedeniyle artan rekabet gücünü gerekçe olarak kullanacaklarını tahmin etmek zor değil.  

 

-Her ne kadar kaya gazının ABD ekonomisine büyük katkı sağladığı ve YHHK uygulamalarının yaygınlaştığı bir gerçeklik olsa da bu alanın ABD’de bile henüz çevre ve insan sağlığı açısından yeterince düzenlenmediği, söz konusu teknolojinin lokal, kümülatif ve bölgesel etkilerinin daha fazla açığa çıkartılmasına ihtiyaç duyulduğu, bu konularda (EPA’nın  bu yıl yayınlanması beklenen kapsamlı çalışması gibi) araştırma ile çalışmaların halen sürdürüldüğü anlaşılıyor. Örneğin, çok kısa bir süre önce yayın organlarında yer aldığına göre EPA Güney Kaliforniya’da, okyanusta hidrolik kırılma teknolojisi kullanarak faaliyet gösteren petrol ve gaz firmalarına kullandıkları kimyasalları açıklamaları yönünde kural getirdi. Şimdilik çok yeterli görünmese de söz konusu faaliyetlerin kontrolü yönünde bir adım olarak kabul edilebilir. (http://abcnews.go.com/Technology/wireStory/epa-require-calif-offshore-fracking-reports-21475268)

 

Sonuç olarak, kaya gazı çıkarma faaliyetlerinin çevresel risklerinin ihmal edilebilir ve “Rusya’nın propagandası” şeklinde geçiştirilecek bir konu olmadığı görülüyor. Evet; kaya gazı özellikle ABD’de hızla üretilmeye devam ediyor; ancak bu durum çevresel etkilerinin yok sayılması ve ihmal edilmesi anlamına gelmediği gibi, kaya gazına ve hidrolik kırılma teknolojisine yönelik endişeleri ve protestoları da engellemiyor. Şayet yurttaşlarımızın sağlığı ile doğamız ABD ya da AB üyesi ülkelere göre daha önemsiz değilse, kaya gazı üretiminin çevresel etkilerine ilişkin bilgileri ve gelişmeleri takip etmek ve yetkililerden de konuyla ilgili riskleri dikkate almalarını beklemek durumundayız.

 

Nilgün Ercan

20.01.2014