Soma faciasına nasıl geldik?

Soma’daki yer altı kömür ocağında yaşanan ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın açıklamasına göre 301 madencinin yaşamını kaybettiği facianın ilk sıcak saatleri geçtikten sonra olayın nedenlerine ilişkin birçok bilgi ve yorum da iletişim ortamında yayılmaya başladı. Bu yorumların en dikkate değer olanlarından biri, Maden Mühendisleri Odası önceki dönem başkanlarından Mehmet Torun’un da ısrarla belirttiği gibi yaşanan facianın tekil bir olay olarak ele alınmaması gerektiği, halen Türkiye’de benzer tehlikeyi barındıran çok sayıda maden ocağı olduğu idi.

Kuşkusuz ki kömür işletmeciliğinde yerleştirilen sisteme ilişkin genel sorgulama Soma-Eynez özelinde yaşanan faciaya nasıl gelindiği konusunu gözardı etmek için değil,  konunun kapsamlı ve temel nedenlerini ortaya koyan bir şekilde ele alınmasını sağlamak için olmalıdır.

Soma Kömürleri A.Ş.nin Sözleşmeleri

Bir kamu kuruluşu olan Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) A.Ş. nin elindeki en büyük kömür rezervleri Soma bölgesinde bulunmaktadır ve bu rezervler TKİ’ne bağlı olan Ege Linyitleri İşletmesi (ELİ) Müessesesi ‘ nin sorumluluğu altındadır. Sayıştay’ın ELİ Müessesesinin 2012 yılı faaliyetlerini değerlendiren ve 4.10.2013 tarihinde kabul edilen Rapor’unda yer alan bilgilere göre, konusu felaketin yaşandığı ocağın işletmecisi Soma Kömürleri A.Ş. bölgede ELİ A.Ş. ye birden fazla iş yapmaktadır. 

 Bunlardan biri Soma’da Geventepe ve Merkez madenlerinde rödovans yöntemiyle yapılan yer altı işletmeciliğidir. Bu sözleşme 2005 yılında yapılmıştır.  Söz konusu sözleşmede işin bitiş tarihi başta 2016 yılı ve çıkarılacak rezerv 18 milyon ton olarak görünmektedir. Ancak sözleşmede revizyon yapılarak rezerv miktarı 26.1 milyon tona çıkarken işin bitim tarihi 2015 yılı sonuna çekilmiştir. Sözleşme revizyonunun nedeni ve içeriği bilinmemekle birlikte burada da bir üretim artışı zorlaması söz konusu değil midir?

Şirketin diğer işi ise facianın yaşandığı, hizmet alımı yoluyla işletilen ocaktır. Sayıştay Raporu’na göre, Soma Kömürleri A.Ş firmasının bu işi İR: 75153 ruhsat no’lu sahada bulunan yeraltı ocağında Soma AŞ’ye (30.10.2009 tarihine kadar Park Teknik AŞ) hizmet alımı yoluyla yaptırılan kömür üretimidir. Bu madenden çıkarılan tuvönan kömürün tamamı Müessesece rüçhan hakkı kullanılarak bedeli karşılığında satın alınmaktadır.

Başlangıçta Park Teknik AŞ ile yapılan Hizmet Alımı sözleşmesinde, 15 milyon ton kömürün, 2006 yılı başlangıç ve hazırlık dönemi olmak üzere 2006 yılında 500 bin ton, birinci yıl 1 milyon ton, sonraki yıllar 1,5 milyon ton olarak üretilmesi hususları yapılan sözleşme ile imza altına alınmıştır. (S. 62)

Ancak 2012 yılında Eynez yer altı işletmesindeki üretimin programın önünde gittiği Sayıştay Raporu’ndaki şu satırlarda ifade edilmektedir:

“Müessese merkezinde hizmet alımı yoluyla işletilen Eynez yeraltı ocağında müteahhit marifetiyle yapılan tuvönan kömür üretimi programdan 1,2 milyon ton fazla gerçekleşerek 3.816.015 tona ulaşmıştır. Bu kömürden elde edilen satılabilir kömür miktarı ise 1.849.736 ton olmuştur.

“Müessese merkezi Soma-Eynez üretim bölgesinde, açık işletmeden elde edilen tüvönan kömür üretimi programa göre %3 fazla, geçen yıla göre ise % 14 oranında eksik gerçekleşerek 3,8 milyon ton olmuştur. Buna ilave olarak aynı ocaklardan hizmet alımı yolu ile de 3,8 milyon ton yeraltı kömürü üretilmiştir. Bu tuvönandan elde edilen satılabilir üretim ise programa göre % 25, bir önceki yıla göre ise % 14 oranında fazla gerçekleşerek 5,1 milyon tona ulaşmıştır. Üretimdeki bu artışların, müteahhidin ürettiği kömür miktarının her yıl artan bir biçimde fazlalaşmasından kaynaklandığı

bilinmektedir.”  (S. 53)

Ege Linyitleri İşletmesi (ELİ) Müessesesi merkezinde Kurumun kendi imkanları ile gerçekleştirdiği üretimin tamamı açık işletme yöntemi ile yapılmaktadır. Buna göre bölgede kamu işletmesi üretimini azaltırken, özel sektörün ilk sözleşmede yer alan yıllık  üretiminin önce arttırıldığı, daha sonra bunun da üzerine çıkılarak, 2012 yılında orijinal sözleşmedeki  yıllık üretimin iki katından fazla üretim yaptığı anlaşılmaktadır. Bu duruma hangi nedenlerle ve gerekçelerle gelinmiştir?  Programlananın üzerinde yapılan üretimin yarattığı baskı iş güvenliği ve maden işletmeciliğinin gerekliliklerinin yok sayılmasının yolunu açmamış mıdır? Bunlar sorgulanmaya muhtaç hususlar olarak görünmektedir.

Faciaya kadar herkes memnun görünüyor

Şirketin sahibi (ya da ortağı) Alp Gürkan’ın iki yıl önce verdiği röportajda söyledikleri artık herkes tarafından bilinmektedir.

“TKİ rödovans karşılığı işleri özel sektöre devretme kararı aldı. O döneme kadar çoğunlukla zarar eden TKİ bu karar sonrasında kara geçti.” …..“ TKİ, Soma’da kömürü kendisi çıkarırken tonunu 130-140 dolara mal ediyordu. Biz ihaleye girip, tonun TKİ’ye yüzde 15’lik rödovans payı dahil 23.80 dolara çıkarma taahhüdü verdik.”
Bu modelin şirkete kazanç sağlayıp sağlamadığı ve karlılığın nasıl sağlandığı sorularına verilen cevap ise şöyle: 

 “Gerek biz, gerekse diğer özel şirketler kâr etmesek bu işe girmezdik.”…. “Bizim mühendis ve işçilerimiz uzaydan gelmedi. Sadece işi iyi planlamak, özel sektörün çalışma tarzı devreye girdi o kadar.” http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/21586913.asp

Özel sektörün çalışma tarzı yaşanan faciayla artık hepimizce net bir şekilde görülmektedir.

Belgelere bakıldığında bu durumdan memnun görünenin sadece işletmeci firma olmadığı anlaşılmaktadır. Özel şirketlerin faaliyet alanına rödovans veya hizmet alımı yöntemleriyle girmesiyle üretimin nasıl arttığı kamu kuruluşu TKİ’nin raporlarında ve yetkili kişilerince de olumlu bir gelişme olarak teyit edilmektedir.

TKİ’nin 2012 Faaliyet Raporu’nda,

“Yeraltı işletmeciliği ile yapılan üretimler artmaktadır

Kurumumuzca; yeraltı işletmeciliğiyle yapılan üretimi artırmaya yönelik, rödovans karşılığı ve hizmet alımı şeklinde yüklenici firmalara yaptırılan tüvenan kömür üretim miktarlarında önemli artışlar olmuştur. Nitekim 2004 yılında 1 milyon ton civarında olan yeraltı işletmeciliği üretimi, her yıl artarak 2012 yılında % 56‘sı rödovans karşılığı, % 41‘i hizmet alımı ile % 3 ‘ü ise kendi imkanlarımız ile olmak üzere toplam 11 milyon ton seviyelerine yükselmiştir.” denmektedir.

Nitekim ELİ Müessese Müdürü de, kendisiyle faciadan kısa bir zaman önce yapılan, 18 Nisan 2014 girişli bir röportajda,

“İleride üretim darboğazına düşülmemesi ve yeraltı/yerüstü orantısızlığının dengelenmesi amacıyla, yeraltı işletmeciliği yöntemi ile üretilebilecek rezervlerin değerlendirilmesine öncelik verilmiş, rödovans karşılığı ve hizmet alımı şeklinde yüklenici firmalara yaptırılan tüvenan kömür üretim miktarlarında önemli artışlar sağlanmıştır.   Nitekim 2013 yılında satılan ürünlerin yüzde 57‘sı rödovans karşılığı, yüzde 27‘i hizmet alımı ile yüzde 16 ‘sı ise açık ocak faaliyetleri ile gerçekleşmiştir.” demektedir.

http://www.haberortak.com/Haber/Agir-Sanayi-çozumleri/18042014/Enerjisiyle-sanayiyi-besliyor.php

Bu durumun, yani kamunun diğer alanlarda olduğu gibi kömür işletmeciliğindeki payının azaltılmasının genel politikanın bir parçası olduğu, 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda yer alan hedeflerle de teyit edilmektedir: 

“336. Plan dönemi sonuna gelindiğinde özelleştirme işlemleri sonucunda kamunun hava ve deniz ulaşımı ile lokomotif ve vagon üretimi; şeker, tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi; petrokimya sanayi; malzeme alımı; elektrik dağıtım ve toptan ticareti faaliyet alanlarından tamamen çekilmesi; bunun yanı sıra, elektrik üretimi, doğalgaz piyasası, kömür ve diğer maden işletmeciliğindeki payının azalması hedeflenmektedir.” http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/1/plan9.pdf

Burada siyasal ve ekonomik bir tercih söz konusudur. Özel sektörün sektördeki varlığından ve sağladığı “üretim artışı”ndan herkesin memnun olduğu, üretimin nasıl ve ne pahasına arttırıldığının, faciadan sonra madenlerde çalışan işçilerin sözünü ettiği kölelik düzeninin pek de umursanmadığı anlaşılmaktadır.

Kamu geri çekilirken özel sektöre alan açılıyor

İş güvenliğinin dışındaki konularda da, bu yöntemin kamunun kendi üretimi açısından olumlu sonuçlar yaratmadığı Sayıştay Raporu’nda şu şekilde yer almaktadır:

“Rodövans sözleşmeleri ile çalışan şirketler (müteahhit) marifetiyle yaptırılan üretimin tamamının yeraltı işletmeciliği suretiyle kapalı ocaklardan elde ediliyor olması açık işletme/yeraltı işletmesi dengesinin sağlanması, böylece açık ocak ömrünün uzatılması açısından Kurum için bir yandan avantaj oluştururken, diğer yandan, özellikle EÜAŞ’ın yeteri kadar kömür almadığı durumlarda pazarlama sıkıntısı nedeniyle Müessesenin kendi üretimini sınırlandırması gibi negatif etkileri de olabilmektedir. Kömür talebinin azaldığı dönemlerde, Müessese, satın aldığı bu kömürlerin bir kısmını ya stoklamak ya da kendi üretiminin yerine pazarlamak ikilemiyle karşı karşıya kalmaktadır.”

““Diğer önemli bir neden de yeraltı ocaklarından müteahhit marifetiyle üretilen kömür miktarının her geçen yıl fazlalaşmış olmasıdır. Zira bu kömürlerin ağırlıklı olarak termik santrale veriliyor olması bir yandan üretimin santral talebine göre şekillenmesini zorunlu kılmakta öbür yandan öncelikli olarak müteahhidin ürettiği kömürlerin tüketilmesi mecburiyeti karşısında yıl içerisinde üretim miktarları sınırlandırılmaktadır.”

Bir diğer deyişle, özel sektör tarafından üretilen kömürün alınması zorunluluğu olduğundan ona öncelik tanınmakta,  bu durumda ya ELİ’nin elindeki stoklar artmakta ya ELİ’nin üretimi gerilemekte ya da Müessese kendi üretimi yerine öncelikle şirketlerden aldığı ürünü pazarlamaktadır. 

Sayıştay’ın raporunun üzerinde durduğu bir husus da ağırlıkla elektrik üretimi için termik santrale verilen kömürün kalorifik değerinin belli aralıklarda olması gerekirken,  rödovans usulü kömür üretimi yaptırılan firmalar tarafından müesseseye verilen kömürlerin kalori bazında çok değişken aralıklarda olmasıdır. Sayıştay Raporu’nda kömür üretimi termik santral işletmecisi SEAŞ’nin Müesseseye getirdiği sınırlamaların müteahhide de uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Buradan özel firmaların ürettikleri kömürün ya sözleşmelere uygun olmadığı ya da şirketlerle yapılan sözleşmelerde bu hususların yeterince taahhüt altına alınmadığı sonucu çıkmaktadır.

Muhtelif yöntemler ve uygulamalarla yaşama geçirilen özelleştirmelerin kamu kuruluşlarının içini boşaltmak ve işlevsizleştirmek sonucunu yarattığı başka örneklerden de bilinmektedir. Nitekim Sayıştay’ın söz konusu Raporunda 2012 yılı faaliyet dönemi için, Müessesenin bedelini ödeyerek özel firmalardan temin ettiği hizmetlerin ve ürünlerin kontrolü için yeterli nitelikte elemanı olmadığı şu şekilde ifade edilmektedir:

“Bunun yanı sıra Müessese merkezi ve bağlı İşletmesinde yeraltı üretiminin tamamı ile açık ocaklarda yapılan dekapaj ve kömür üretiminin önemli bir kısmı müteahhit marifetiyle yapılmaktadır. Yanı sıra bu firmalar ürettikleri kömürleri yer üstünde çeşitli zenginleştirme işlemlerine de tabi tutmaktadır. Sözleşme gereği yapılan iş ve işlemlerin bedeli Kurumdan tahsil edilmektedir. Bu şartlarda Kurum tarafından yapılan işlerin titizlikle takibi önem kazanmaktadır. Bu amaçla oluşturulan Kontrol Birimlerinin önemi ve işlevi gün geçtikçe artmaktadır.

Örneğin, Darkale-Geventepe Kontrol Müdürlüğü iki firmanın(Soma AŞ ve Uyar Madencilik) yaptığı işleri kontrol etmektedir. Mühendis denetiminin dışında ağırlıklı olarak yapılan işin takibi, Ölçü Tespit Sorumlusu(Tekniker) ve Ölçü Tespit Eleman unvanlarındaki işçilerle yaptırılmaktadır. Yapılan kontrollerin sağlıklı ve emniyetli bir biçimde yapılması bu elemanların eğitim düzeyi ve sayısı ile oldukça ilgilidir.

Üretim işleri her ne kadar yüklenici tarafından yapılıyor olsa da yapılan bu faaliyetlerin; kontrolü, ölçümü, tartılması, numune alınması, zenginleştirilmesi vb işlerin tamamı Müessesece yapılmaktadır.

01.04.2010 tarihinden itibaren SEAŞ’a verilen kömürlerin analiz ve mutabakatlarının vardiya bazında yapılmaya başlanmasıyla Laboratuar Şube Müdürlüğü’nün iş yükü en az üç katına çıkmış, laborant ve numuneci ihtiyacı önemli ölçüde artmıştır. Diğer ünitelerde de durum çok farklı değildir.”

Bedeli ödenerek kamu kuruluşu adına özel sektöre yaptırılan işlerin tam olarak kontrol edilemediği, kamu tarafının denetim mekanizmalarının yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.

 Geçmişte özelleştirmelere neden olarak getirilen, kamu kuruluşları tarafından yürütülen faaliyetlerin yetersiz kaldığı, bu kuruluşların hantal olduğu, özel sektörün söz konusu faaliyet alanlarına hem dışarıdan sermaye getireceği hem de bu alanları iyi yöneteceği yönündeki gerekçelerin boş olduğu, aslında kamu kuruluşlarının içinin boşaltılması pahasına kamudan özel sektöre kaynak aktarımı yapıldığı bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Bu durum doğrudan siyasal ve ekonomik bir tercih meselesidir.  

Sendika farklı mı düşünüyor?

Rödovans sisteminden ve özel sektörün bölgedeki faaliyetlerinden örgütlü sendikanın da oldukça memnun olduğu Türkiye Maden İşçileri Sendikası’ndan bir yetkilinin 23.09.2013 tarihinde toplu sözleşmenin imzalanması münasebetiyle yaptığı açıklamadan anlaşılmaktadır. “Maden İş Sendikası’ndan Tarihi imza” başlığıyla verilen haber şöyledir: 

“Bundan sonra özelleştirmelere odaklandıklarını belirten Küçükgençay, sözlerini şöyle sürdürdü: "Türkiye Kömür İşletmeleri(TKİ) bu konuda sıkıntılı günler geçiriyor. Soma'da bizim artımız şu; Soma TKİ'nin gözbebeği olan bir yer. Bu havzada yaklaşık 13 bine yakın insan TKİ'nin geliştirmiş olduğu rödovans sisteminden dolayı gelişim olayı buldu. Bu işi yapan şirketlerimizde de işçi sağlığı ve iş güvenliği başta olmak üzere diğer sözleşmeler dahil birçok hak elde ettik. Bu şirketlerimizde kurumsal olma yolunda hızla ilerliyorlar. Özel sektör çalışanlarına da imzalanan sözleşmelerde ciddi hak kazandırdık. Taban ücretlerinde çok ciddi iyileştirmeler yaptık."

http://www.iha.com.tr/NewsDetailPrint.aspx?NewsId=Y20130923AW000237

Bugün yaşanan katliamın Sendika yetkilisinin çizdiği bu iyimser ve övgü içeren tabloda bir yeri olabilir mi?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı’nın görevi ve sorumluluğu nedir?

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, Soma’da facianın sıcaklığı içinde kameralar önünde yaptığı açıklamada biraz da tepkiyle “Burada işleri iyi yönetmeye çalışıyoruz” diyor. Facianın ilk günleri geçtikten sonra Başbakan’dan, hatta muhalefetteki MHP’nin Genel Başkanı’ndan gece- gündüz fedakarca çalışması nedeniyle övgüler alıyor.

Adeta enerji ve madencilik alanından sorumlu Bakan’dan değil de arama kurtarma ekibi sorumlusundan söz ediliyor.  Sayın Bakan yakından izlediği acı tablo karşısında insani duygularla samimi olarak acı çekmiştir kuşkusuz;  ama kendisinden beklenen iş bu noktaya gelmeden, yani dünyanın sayılı maden felaketlerinden biri ülkemizde gerçekleşmeden,  yüzlerce can kaybı olmadan enerji-madencilik sektörünü işinin ehli olan kadrolarla yönetmesidir. Türkiye’nin gelmiş olduğu durumda siyasal ve kamusal sorumluluk taşıması gerekenlerden beklentilerin oldukça azalmış olması Sayın Bakanı övmek için bir gerekçe olmamalıdır.

“İşin gerektirdiği ehliyete sahip kadrolar” meselesi de ciddi olarak üzerinde durulması gereken bir husustur. Ülkemizde gerek kamuda gerekse “iyi yönetildiği” iddia edilen özel sektörde ehliyet değil, patrona ve amire itaat, onların hoşuna gidecek söylem ve uygulama yapmak geçerlidir. Nitekim siyaset alanında, basın gibi kamuoyunu yönlendirme işlevi olan kurumsal yapılarda gördüğümüz gidişat da ehliyetin değil, lidere, patrona, başkana biat etmenin geçer akçe olduğunu göstermektedir.

Başbakan Soma’ya neden gitti?

Yurttaşların acısını paylaşmak üzere Soma’ya geldiği düşünülen Başbakanın sözleri ise esas meselenin Hükümete yönelecek tepkileri savuşturmak olduğunu ortaya çıkardı:

...lütfen buralarda bu olaylar hiç olmaz diye yorumlamayalım. Bunlar olağan şeylerdir. (Madenciliği kastederek) Bunun yapısında fıtratında bunlar var”

“Bu tür havaları fırsat bilip, bunları istismar etmek isteyen bazı aşırı uçlar gruplar var. Bunlara da değer verilmemesinin ülkemizin huzuru için birliği beraberliği için çok çok önemli olduğunu hatırlatmak istiyorum.”

Altı ay önce Manisa’daki kömür madenleri için bir soruşturma komisyonu kurulması için verilen ve faciadan 20 gün önce TBMM oturumunda AKP oylarıyla reddedilen önerge için “O önergenin içinde Soma’ya ilişkin bir şey yoktu.” demesi ise suçunu örtmeye çalışan birinin telaş içinde ilk aklına geleni söyleyivermesini hatırlatıyor. Bunların yanısıra, bu ziyaretten akılda kalan “tekme ve tokat” olayları oluyor. 

Tüm bunlar alt alta konduğunda Soma-Eynez’de yaşanan facianın, teknik ve idari nedenlerinin yanı sıra bunlara yol açan siyasal ve ekonomik tercihlerle doğrudan ilişkili olduğu ortadadır. Bu nedenle, toplumdaki tepkiyi de azaltmak için birkaç kişiyi sorumlu olarak işaret edecek ve muhtemelen bir kısmına ceza verilmesiyle sonuçlanacak, daraltılmış bir adalet arayışı ve dava sürecinin asla yeterli olmayacağı açıktır. Türkiye’deki demokratik güçlerin bu alandaki işleyişi ortaya koymak, sorgulamak ve kamuoyuyla paylaşarak baskı unsuru oluşturmak sorumluluğu vardır.  Bu başarılamadığı, yine iktidarın çizdiği dar çerçevenin ve belirlediği gündemin dışına çıkılamadığı takdirde sorgulamanın kendimizden ve sendika olsun, meslek odası olsun, kendi örgütlerimizden başlaması gerektiği açıktır. 

 

Nilgün Ercan /25.05.2014